Z kuşağının protestoları ve Afrika Birleşik Sosyalist Devletleri için mücadele

İngilizcesi 4 Kasım 2025’te yayımlandı.

Afrika’nın emperyalist paylaşımından 150 yıl ve resmi bağımsızlık bayraklarının ilk kez dalgalandırılmasından 60 yıl sonra, kıta sosyal bir barut fıçısı haline geldi.

Tanzanya’daki kitlesel protestolar, safari, cennet gibi plajlar ve kapitalist istikrarın hüküm sürdüğü barışçıl bir ülke mitini yerle bir etti. Geçtiğimiz hafta boyunca, yüz binlerce genç, Cumhurbaşkanı Samia Suluhu Hassan ve onun iktidar partisi Chama Cha Mapinduzi (Devrim Partisi, CCM) tarafından düzenlenen hileli seçimleri protesto etmek için sokaklara döküldü. Sokağa çıkma yasağına, internet kesintilerine, gerçek mermilere, göz yaşartıcı gaza ve ordunun konuşlandırılmasına karşı direnen gençler, rejimin kolayca yönetebileceğini umduğu bir seçim yarışını kitlesel bir isyana dönüştürdüler. Haberlere göre yüzlerce protestocu öldürüldü.

29 Ekim 2025 seçim günü Tanzanya'nın Arusha kentinde insanlar sokaklarda protesto gösterisi düzenliyor. [AP Photo/str]

Bu toplumsal patlama, eski sömürge ülkelerini kasıp kavuran daha geniş bir radikalleşme dalgasının parçasıdır. Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde, on milyonlarca insan sokaklara döküldü. Kenya, Angola ve Nijerya’da vergi artışlarına ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarına; Kamerun, Mozambik ve Tanzanya’da hileli seçimlere ve polis baskısına; Fas’ta devletin futbol stadyumlarına kaynak aktarırken sağlık ve eğitimi görmezden gelmesine; Madagaskar ve Güney Afrika’da yolsuzluğa ve kronik elektrik ve su kesintilerine karşı protestolar vardı. Bangladeş, Nepal ve Peru’da da aşırı yoksulluk ve eşitsizliğe karşı benzer protestolar patlak verdi.

Emperyalist merkezlerde de kitlesel protestolar ortaya çıkarak, buralarda devrimci mücadelenin imkansız olduğu yönündeki Üçüncü Dünyacı ve Pan-Afrikancı eğilimlerin iddialarını nesnel olarak çürüttü. ABD’de yedi milyon kişi Trump rejimine ve onun faşist diktatörlük kurma girişimine karşı gösteri yaptı. Avrupa genelinde milyonlarca kişi, Batı destekli İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma karşı grevlere ve kitlesel gösterilere katıldı.

Afrika genelindeki yeni protesto dalgasının, 1884-1885 Berlin Konferansı’nda Avrupa emperyalizmi tarafından çizilen sınırların ötesine yayılmaya başlaması önemlidir. Tanzanya sınırlarında, komşu Malawi ve Kenya’dan gelen göstericiler sınır karakollarına saldırdı, polisle çatıştı ve protestocuları desteklemek için sınırları aştı. Geçen yıl Mozambik’te kitlesel protestolar sırasında Güney Afrika, Mozambik ile olan ana sınırını kapatmış ve polise, içeri girmeye çalışan göstericilere plastik mermi sıkmasını emretmişti. Kıtanın dört bir yanında, bunların ayrı ulusal krizler değil, ortak bir mücadelenin ifadeleri olduğu yönünde bir bilinç oluşmaya başlıyor.

Bu mücadelelerin ön saflarında yeni bir nesil yer alıyor. 1990’ların sonu ile 2010’ların başında doğan Z kuşağı, dayanılmaz toplumsal eşitsizlikler nedeniyle radikalleşiyor. Onlar Irak ve Afganistan savaşlarının şekillendirdiği bir dünyaya doğdular ve NATO’nun Libya saldırısı ve milyonlarca kişinin ölümüne neden olan Kongo Savaşları gibi bitmek bilmeyen bölgesel çatışmaların ortasında büyüdüler. Yetişme yılları, 2008 mali krizi, 2020 pandemisi ve hızlanan iklim değişikliği felaketleriyle damgalandı. Gazze’deki soykırım, Rusya ve Çin’e karşı savaş hazırlıkları ve ABD Başkanı Trump’ta somutlaşan faşist siyasetin dünya çapında normalleşmesi ile gölgelenen bir dünyada yetişkinliğe adım atıyorlar.

Ortalama yaşı sadece on dokuz olan Afrika’nın Z kuşağı, dünyanın en yoksul kıtasında büyüdü. Nüfusunun yaklaşık üçte biri, yani 400 milyon kişi, günlük 2,15 ABD doları olan uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Afrika, muazzam maden zenginliklerine rağmen, dünyadaki aşırı yoksulluk içindeki insanların üçte ikisini barındırıyor. On beş çocuktan biri beşinci yaş gününü göremeden hayatını kaybetmekte ve 36 kadından biri doğumla ilgili nedenlerden dolayı ölmektedir. Yetişkinlerin sadece üçte ikisi okuryazardır ve gençlerin ancak yüzde altısı yüksek öğrenim görmektedir. Her yıl on milyondan fazla kişi işsiz olarak işgücü piyasasına girmekte ve bu da birçok kişiyi kayıt dışı istihdama, güvencesiz işlere ve umutsuzluğa sürüklemektedir. “Afrika’nın yükselişi” efsanesi artık kötü bir şaka haline gelmiştir.

Protestocular Mlolongo bölgesindeki işlek Nairobi -Mombasa otoyolunu kapatıyor, Nairobi, Kenya, 2 Temmuz 2024. [AP Photo/Brian Inganga]

Buna karşılık, Afrika kendi oligark sınıfına sahiptir. En zengin on Afrikalı, toplamda yaklaşık 90 milyar ABD doları tutarında servete hükmetmektedir; bu rakam, kıtanın 49 Sahra Altı ülkesinin 45’inin toplam GSYİH’sinden daha fazladır. Bunlar arasında yaklaşık 15 milyar dolarlık servete sahip Nijerya’dan Aliko Dangote, yaklaşık 10 milyar dolarlık servete sahip Güney Afrika’dan Johann Rupert, yine Güney Afrika’dan 9 milyar dolarlık servete sahip Nicky Oppenheimer ve Mısır’dan Sawiris kardeşler (Nassef, Naguib ve Samih) yer almaktadır. Bu kişiler, servetlerini Afrika işçi sınıfının acımasızca sömürülmesi, ucuz işgücü, devlet varlıklarının yağmalanması ve doğal kaynakların talan edilmesi üzerine kuran asalak bir elit kesimin simgesidir.

İşçi sınıfı ve devlet iktidarı sorunu

Gençler ve işçiler arasında şu anda ortaya çıkan radikalleşme, kendisini tarihsel bir sınıf mücadelesinin parçası olarak görmezse, politik olarak silahsız kalacaktır. Asıl mesele nesiller arası bir isyan değil, sınıf ve devlet iktidarı meselesidir. Bu hareketlerin gündeme getirdiği sorun, önceki tüm devrimlerin karşı karşıya kaldığı sorunla aynıdır: Hangi sınıf toplumu yönetecek?

İşçi sınıfı, sömürü, eşitsizlik ve savaşın kaynağı olan kapitalist sisteme karşı, işsizler, kır yoksulları ve yoksullaşan orta katmanlar dahil olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimlerini birleştirebilecek tek toplumsal güçtür.

Kapitalist devlet mekanizması var olduğu sürece, egemen sınıf egemenliğini sürdürür. Egemenlik, sadece şu ya da bu hükümet aracılığıyla değil, özel mülkiyeti koruyan kalıcı devlet zoru aygıtları —polis, ordu, mahkemeler ve bürokrasi— aracılığıyla da sürdürülür. Hükümetler değişir ama devlet kalır ve kapitalist sınıfın çıkarlarını korur. Burjuvazi için krizden çıkmanın tek yolu, kemer sıkma, özelleştirme, işlerin, ücretlerin ve temel hizmetlerin yok edilmesi şeklinde ortaya çıkan toplumsal yıkım politikasıdır.

Burjuvazinin saldırılarına karşı çıkmak ve bunları yenmek için, işçi sınıfı, uzlaşma adına sınıf mücadelesini bastırmaya çalışan tüm burjuva ve küçük burjuva partilerinden bağımsız hareket etmelidir. İşyerlerinde, fabrikalarda, tarlalarda, mahallelerde ve kırsal topluluklarda kök salmış eylem komiteleri, işçi konseyleri ve halk meclisleri gibi kendi bağımsız mücadele organlarını kurmalıdır. İşçiler ancak bu örgütler aracılığıyla sınıf çıkarlarını savunabilir, kapitalist sınıfın devlet iktidarıyla yüzleşmeye başlayabilir ve nihayetinde onu devirebilir.

Tarihin dersleri

Bu görevler, bir buçuk asırlık somut tarihsel deneyimlerden ortaya çıkmıştır. 1871 Paris Komünü, işçi sınıfının iktidarı ele geçirip toplumu sosyalist ilkeler doğrultusunda yeniden örgütleyebileceğini ilk kez göstermiş ancak devrimci bir önderliğin olmamasının ölümcül sonuçlarını da ortaya koymuştur. 1917 Rus Devrimi bu dersi ileriye taşımış ve Marksist teoriyle donanmış devrimci bir partinin önderliğinde işçi sınıfının kapitalizmi yıkıp bir işçi devleti kurabileceğini kanıtlamıştır.

Paris Komünü'nün sokak çatışmalarından sonra Rivoli Caddesi [Photo: Tangopaso]

Stalinizm altında Sovyetler Birliği’nin daha sonra yaşadığı yozlaşma, “tek ülkede sosyalizm” milliyetçi teorisine karşı uluslararası devrim programını savunmak için mücadele eden Lev Troçki ve Sol Muhalefet’in analizini haklı çıkarmıştır. Bugünkü Stalinist, neo-Stalinist ve milliyetçi akımlar geri kalmış ülkelerdeki işçi sınıfının sosyalizme geçmeden önce uzun bir burjuva demokrasisi aşamasından geçmesi gerektiğini iddia ediyor ve “ulusal demokratik devrimler” bayrağı altında iki aşamalı teoriyi savuyorlar. Morenocu eğilimler ise günümüzde “kurucu meclis” —yani yeni bir parlamento oluşturma ya da burjuva devletini sözde daha demokratik temeller üzerine yeniden kurma— çağrısı yapıyorlar. Tüm bu akımlara karşı Troçki, bu tür talep ve sloganların devrimci hareketleri işçi iktidarı mücadelesinden uzaklaştırmaya yaradığını açıklamıştır.

Lev Troçki, Sürekli Devrim Teorisi’ni geliştirmiştir. O, kapitalist gelişmenin geciktiği ülkelerde, ulusal birlik ve toprak reformu dahil olmak üzere 19. yüzyıldaki burjuva devrimleriyle ilişkili demokratik görevlerin çözümünün artık işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesiyle bağlantılı olduğunu açıkladı. Troçki, emperyalist dönemde kapitalizmin küresel gelişiminin, ulusal burjuvaziyi, kendi çıkarlarını tehdit eden, şimdiden gelişmiş işçi sınıfına duyduğu korkuyla, dünyayı aralarında paylaşmış olan emperyalist güçlerin kollarına ittiğini açıkça ortaya koydu.

Sosyalizmin gerçekleştirilmesi, küresel ekonominin ve işçi sınıfının uluslararası karakterinin aynı nesnel gerçekliğine dayanmalıdır. Afrikalı işçiler, iktidarı ele geçirmek ve kendi devletlerini kurmak için çabalamalı, bunun için kırsal kitlelere liderlik etmelidir. Fakat sosyalist devrimin başarısı, tek bir ülkede başlamış olsa bile, komşu ülkelere yayılmasını gerektirir ve ancak dünya sahnesinde tamamlanabilir.

Afrika’da bu gerçek, büyük kırımlarla tersinden doğrulanmıştır. ANC, FRELIMO, MPLA, ZANU-PF, CCM, SWAPO gibi eski ulusal kurtuluş hareketlerinin sınıf baskısının araçlarına dönüşmesi, bunu en açık şekilde ortaya koymaktadır. Bu hareketler, devirdiklerini iddia ettikleri aynı sömürge devlet mekanizmasını ve sınıf yapısını muhafaza ettiler. Bu ülkelerin ekonomileri, borç, ticaret ve hammadde yağmalanması yoluyla yabancı sermayenin taleplerine bağımlı kalmıştır. Bundan, emperyalist hükümetlerin, çok uluslu şirketlerin ve bankaların açık siyasi temsilcisi haline gelen yeni Afrika burjuvazisi ortaya çıkmıştır.

Bu deneyimlerden bilinçli dersler çıkarılmadığı takdirde, günümüzün Z kuşağının mücadeleleri hedefsiz protesto döngülerine mahkum olarak, demokratik reform vaatleri satan yeni demagogların ve bir avuç kişinin çıkarlarına kurban gidecektir. Kıtadaki son dönemdeki deneyimler bir uyarı olarak karşımızda duruyor.

Kenya’da, milyonlarca insan “Ruto Gitmeli” sloganıyla sokaklara döküldükten bir yıl sonra, Devlet Başkanı William Ruto iktidarda kalmaya devam ediyor, IMF’nin kemer sıkma politikalarını derinleştiriyor ve diktatörlüğe giden yolunu sağlamlaştırıyor. Rejimi 256’dan fazla göstericiyi öldürdü, binlerce kişiyi yaraladı ve onlarca kişiyi kaçırdı. Yüzlerce kişi şu anda sahte terör suçlamalarıyla yargılanıyor. Mozambik’te, ülke tarihinin en büyük protestolarına rağmen, FRELIMO hükümeti 411 protestocuyu öldürerek ve 7.000’den fazlasını tutuklayarak iktidarda kalmaya devam ediyor. Angola’da MPLA iktidarı elinde tutmaya devam ediyor ve en az 29 kişiyi öldürdü. Kamerun’da, 92 yaşındaki Devlet Başkanı Paul Biya’ya karşı devam eden protestolarda en az 23 kişi öldürüldü.

12 Ekim 2025'te Kamerun'un Garoua kentinde çıkan çatışmalarda güvenlik güçleri protestocuları dağıtmak için tazyikli su kullanırken protestocular kaçıyor. [AP Photo/Welba Yamo Pascal]

Tanzanya’dan gelen haberlere göre, bazı gençler destek istemek için askeri kışlalara gitmişler. Ancak acı deneyimler, halk ayaklanmalarına askeri müdahalenin kitlelerin özlemlerini gerçekleştirmek için değil, onları bastırmak için yapıldığını göstermektedir. 2011’de Mısır ve Tunus’ta, ordunun sözde tarafsızlığı devrimci hareketleri yatıştırmak ve burjuva düzenini yeniden kurmak için kullanıldı. Burkina Faso, Mali ve Nijer’de, silahlı kuvvetler, Fransız emperyalizminin 2013-2022 yılları arasında Mali ve Sahel bölgesinde yürüttüğü savaşa karşı kitlesel muhalefetin ortasında, anti-emperyalizm söylemleriyle iktidarı ele geçirdi. Ancak bu rejimler, yerini aldıkları rejimler gibi, kapitalist mülkiyet ilişkilerini ve ulusal burjuvazinin çıkarlarını savunmaktadır.

Troçkist önderliğin gerekliliği

Afrika kıtası genelinde yaşanan deneyimler, her devrimci hareketin temel sorununu yani önderlik meselesini gündeme getirmektedir. Gençlerin cesareti, devrimci Troçkist hareketin inşasıyla bilinçli bir siyasi yön bulmalıdır.

Siyaset kurumu içinde işçi sınıfı hiçbir alternatif bulamayacaktır. Egemen seçkinlerin siyasi yozlaşması, muhalefet olarak kabul edilen kesimin iflasında da kendini göstermektedir. Güney Afrika’da bu kesim, ANC ile yollarını ayıran uMkhonto weSizwe (MK) Partisi ve Ekonomik Özgürlük Savaşçıları’ndan oluşmaktadır. İlki, eski yolsuz devlet başkanı ve milyarder Jacob Zuma tarafından, diğeri ise yolsuzluk yapılan devlet sözleşmeleriyle milyonlar kazanan bir ihaleci olan Julius Malema tarafından yönetilmektedir. Kamerun’da Issa Tchiroma Bakary, onlarca yıl Biya diktatörlüğüne hizmet ederek bakanlık görevlerinde bulunmuş olmasına rağmen, muhalefet figürü gibi davranmaktadır. Mozambik’te sağcı evanjelik vaiz Venâncio Mondlane, Portekiz’in faşist CHEGA partisiyle bağlarını sürdürmekte ve Bolsonaro ile Trump’ı övmektedir. Kenya’da Rigathi Gachagua, Kalonzo Musyoka, Martha Karua ve Fred Matiangi gibi muhalefet figürleri, iktidarları sırasında protestocuların öldürülmesiyle ilişkilendirilmektedir.

Afrika genelinde muhalefet partileri esas olarak sermaye yanlısı partilerdir. Zimbabve’de Demokratik Değişim Hareketi, “özelleştirme ve iş dünyasının güvenini tesis etme” sözü vermektedir. Tanzanya’da CHADEMA, kurumlar vergisinin düşürülmesini ve madencilik, petrol ve gaz sektörlerinde “yatırımcılar için elverişli bir ortam” yaratılmasını talep ediyor. Uganda’da, Ulusal Birlik Platformu’nun (NUP) milyoner lideri Bobi Wine’ın manifestosu, “ekonomiye olan güveni ve inancı geri kazanmayı” vaat ediyor ve “özel sektörü güçlendiren iş ortamını istikrara kavuşturmayı” hedefliyor.

Ugandalı muhalif politikacı Bobi Wine, 2024 yılında Voice of America'ya röportaj veriyor. [Photo: VoA - YouTube]

Bunlar, varlıklı üst orta sınıf tabakalar ve kapitalistler tarafından yönetilen sermaye ve emperyalizm yanlısı güçlerdir. Daha fazla zenginlik ve nüfuz elde etme arzuları, mevcut egemen seçkinlerce engellenmiştir. Amaçları kapitalist düzeni yıkmak değil, bu düzen içinde kendi yerlerini sağlamlaştırmaktır. Hepsi milyonları yoksulluğa mahkum eden kapitalist düzeni savunmaktadır. Bunu, popülist sloganlar, yolsuzlukla mücadele girişimleri, milliyetçi söylemler veya demokrasi ve reform çağrıları ile gizlemeye çalışmaktadırlar.

Hiçbiri Afrika kıtasının karşı karşıya olduğu iki temel soruna cevap verememektedir: ezici borç yükü ve tırmanan savaş eğilimi.

Afrika hükümetleri felaket niteliğinde bir borç sarmalına hapsolmuş durumdadır. IMF, Dünya Bankası ve Batılı yatırımcılar tarafından ucuz kredi döneminde Eurobond ihraç etmeleri için teşvik edilen bu ülkeler, artan küresel faiz oranları, Covid-19 pandemisi ve NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının şoklarıyla karşı karşıya kalırken, Trump’ın gümrük vergileri bu durumu daha da kötüleştiriyor. Yirmiden fazla Afrika ülkesi halihazırda temerrüte düşmüş durumda ya da temerrüte düşmek üzere. Borç ödemeleri birçok ulusal bütçenin yarısından fazlasını tüketiyor ve yabancı bankalara ve tahvil sahiplerine ödemeleri garanti altına almak için eğitim, sağlık ve ücretlerde vahşi kesintiler yapılmasına neden oluyor.

Aynı zamanda, Afrika kıtası hızla gelişmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir başka cephesine dönüşüyor. ABD ve Avrupa emperyalist güçleri ile Çin ve Rusya gibi kapitalist güçler arasındaki mücadele, Afrika’nın kaynakları, pazarları ve stratejik konumları üzerindeki kontrol için yoğunlaşan bir rekabete yol açıyor. Afrika’nın muazzam petrol, gaz, kobalt, bakır ve lityum rezervleri, onu askeri ve endüstriyel ihtiyaçlar için vazgeçilmez kılıyor.

Yeni neslin önündeki görev, yirminci yüzyılın tarihsel derslerine dayanan ve Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nin rehberlik ettiği yeni bir önderlik inşa etmek, sosyalizm ve insanlığın kurtuluşu için mücadeleyi ileriye taşımaktadır. Bu, Afrika kıtası genelinde Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin, yani dünya Troçkist hareketinin şubelerini inşa etmek demektir.

Lev Troçki [Photo by Bundesarchiv, Bild 183-R15068 / CC BY-SA 3.0]

Alternatif çok açık: ya kapitalizm altında savaşa, diktatörlüğe ve sosyal çöküşe doğru aralıksız bir iniş ya da Afrika işçi sınıfı ve gençliğinin dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak Afrika Birleşik Sosyalist Devletleri için mücadelede sosyalist birliğinin sağlanması. Afrika işçi devletleri federasyonu, sömürgecilik tarafından çizilen yapay sınırları ortadan kaldıracak, bankaları, madenleri, plantasyonları ve çok uluslu şirketleri kamulaştıracak ve kıtanın muazzam kaynaklarını insan ihtiyaçlarını karşılamak için kullanacaktır. Emperyalist egemenliği sona erdirecek ve yoksulluğu, cehaleti ve hastalıkları ortadan kaldırmak için gerekli koşulları yaratacaktır.

Afrika devrimi, dünya sosyalist devriminin ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir. Ancak bu şekilde Afrika’nın gençlerinin ve işçi sınıfının muazzam enerjisi bilinçli bir siyasi ifade bulabilir ve insanlığın kurtuluşunda yeni bir sayfa açılabilir. Z kuşağının karşı karşıya olduğu tarihsel görev budur.

Loading