Washington D.C. dışında yer alan bir Deniz Piyadeleri üssünde toplanan yüzlerce general ve amiralin önünde konuşan Başkan Donald Trump ve “Savaş Bakanı” Pete Hegseth, Amerika’da başkanlık diktatörlüğü kurmak için bir plan ortaya koydu. Trump, askeri yetkililere, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasi rakiplerini bastırmada merkezi bir rol oynayacaklarını ve bunu yapmak istemeyen herhangi bir subayın derhal istifa etmesi gerektiğini söyledi.
Quantico’daki gösteri, Hitler’in Waffen SS’inin Amerikan versiyonunu oluşturma girişimiydi. Beyaz Saray Genel Sekreter Yardımcısı Stephen Miller, Trump’ın Joseph Goebbels’i rolünü oynuyorsa, Hegseth de Hitler’in üst düzey askeri yardımcısı SS-Obergruppenführer Reinhard Heydrich’in pozisyonunu üstleniyor.
Trump’ın konuşmasının odak noktası, Amerikan şehirlerine karşı yaygın askeri güç kullanımını meşru kılmaktı. Trump, “Bu şehirleri tek tek düze çıkaracağız” dedi ve “Bu, bu salondaki bazı insanlar için önemli bir rol olacak” diye ekledi. “Bu da bir savaş. İçeriden yürütülen bir savaş.”
Trump bu noktayı defalarca vurguladı. Geçen ay, “sivil ayaklanmaları bastırmaya yardımcı olabilecek hızlı müdahale gücü için eğitim sağlamak üzere bir başkanlık kararnamesi imzaladığını” söyledi. “Bu, bu odadaki insanlar için çok önemli bir konu olacak, çünkü bu içimizdeki düşman ve kontrolümüzden çıkmadan önce bununla başa çıkmamız gerekiyor.”
Trump, Ulusal Muhafız ve Deniz Piyadelerini Los Angeles’a konuşlandırarak bu politikayı çoktan uygulamaya başladı. Ardından, ağır silahlı federal ajanlar ve Cumhuriyetçilerin kontrolündeki altı eyaletten gelen Ulusal Muhafız birlikleri, ülkenin başkenti Washington D.C.’yi işgal etti. Hafta sonu, ABD başkanı federal güçleri, Oregon eyaletinin Portland şehrine gönderdi. Ulusal Muhafız birlikleri bu hafta Tennessee eyaletinin Memphis şehrine konuşlandırılacak ve Trump, askeri dinleyicilerine Chicago’nun sıradaki hedef olacağını söylerken, San Francisco ve New York’u da gelecekteki hedefler olarak belirtti.
Trump, Hegseth’e gönderme yaparak, özellikle ürpertici bir şekilde, “Pete’e söyledim, bu şehirlerin bazılarını askerlerimizin, Ulusal Muhafızların ama asıl askerlerin eğitim alanı olarak kullanmalıyız” dedi. Bu “eğitim” neyi içerecek? Trump yönetiminin politikalarına karşı halkın protestolarını ve direnişini sistematik olarak ortadan kaldırmak.
Ulusal Muhafızların yanı sıra ordunun rolünü vurgulayarak Trump, Amerikan şehirlerinde aktif görevdeki askeri birliklerin yaygın olarak konuşlandırılmasından bahsettiğini açıkça ortaya koydu; bu, Posse Comitatus Yasası’nın açık bir ihlalidir.
Trump’ın sözlerine inanmak gerekir. Onun “içerideki düşman” ifadesini kullanması, Amerikan halkına, özellikle de işçi sınıfına karşı bir savaş ilanıdır. SEP’in 19 Eylül’de yayınladığı açıklamada yazdığı gibi, “şu anda yaşananların, ordu, polis, paramiliter güçler ve faşist çetelere dayanan bir başkanlık diktatörlüğü kurma çabası olmadığına dair kendini kandırıcı tüm umutları bir kenara bırakmak gerekir.”
Trump’ın generallerle yaptığı toplantının zamanlamasının, hükümetin kapanmasının yaklaşmasıyla aynı zamana denk gelmesi tesadüf değildir. Trump, hükümetin kapanmasını Amerikan devletini büyük ölçüde yeniden yapılandırmak ve işçi sınıfına karşı eşi görülmemiş bir saldırı hazırlamak için bir mekanizma olarak kullanmayı planlıyor. Dahası, ara seçimler gelecek yıl yapılsa bile, baskıcı ve militarize edilmiş bir ortamda, fiilen işgal altındaki bir ülkede gerçekleşecek.
Trump’ın konuşmasından önce yaptığı açıklamada Hegseth, orduyu tamamen Trump’ın kişisel kontrolüne ve yönetimin faşist programına tabi kılmayı amaçlayan bir dizi talimat yayınladı. Diğer talimatlar ise ABD askeri güçlerine, herhangi bir yaptırımdan, hatta cezai kovuşturmadan korkmadan sivilleri katletme ve diğer savaş suçlarını işleme özgürlüğü vermeyi amaçlıyordu. Hegseth ayrıca, kadın veya azınlık askerlerin komutanlarına karşı cinsel veya ırksal taciz suçlamasında bulunmalarını fiilen imkansız hale getirmeyi önerdi.
Hem Trump’ın hem de Hegseth’in sözlerinde açıkça ırkçılık unsurları vardı. Hegseth, [ırkçılık ve ayrımcılığa karşı] “uyanık olma çöpü”ne karşı çıkarak, “Bu saçmalıkla işimiz bitti” dedi. Hegseth’in talimatları arasında, siyahi askerleri ve Ortadoğu kökenli askerleri orantısız bir şekilde etkileyecek sakal yasağı gibi, azınlık askerleri kovmaya yönelik birkaç talimat da vardı.
Demokratlara yoğun oy veren ve önemli oranda Afrika kökenli Amerikalı’ya ve Hispanik nüfusa ev sahipliği yapan büyük şehirlerden bahsederken, Trump, kendi ifadesiyle “profesyonelleri”, yani “profesyonel [azılı] suçluları” kınadı. Trump, “Onları en iyi okullara gönderebilirsiniz, ama zihinsel olarak oraya giremezler… Onlar, onlar profesyonel suçlulardır. Bilemiyorum, belki de öyle doğmuşlardır. Bazı insanlar bunu söylememi sevmiyor, ama belki de öyledirler.”
Bir noktada, nükleer savaş olasılığını düşünürken Trump, “Ben buna N-kelimesi diyorum. İki N-kelimesi var ve ikisini de kullanamazsınız.” dedi. Okuryazarlığı sınırlı bir dille, “Eğer kullanmak zorunda kalırsak, biz herkesten daha fazlasına sahibiz. Bizimki daha iyi. Bizimki daha yeni.” diye ekledi.
Trump’ın konuşmasının benzeri görülmemiş bir yönü, açıkça partizanca olmasıydı. Trump, toplanan generallere ve amirallere Birleşik Devletler silahlı kuvvetlerinin başkomutanı olarak değil, iç muhaliflerine karşı bir iç savaş yürütmek için onların sadakatini isteyen bir siyasi partinin lideri olarak hitap etti.
Kendi seçim zaferlerine defalarca atıfta bulunarak, halk oylamasını kazandığı “kırmızı” bölgeleri, Demokratik Parti’nin elinde bulunan ve onun ifadesiyle “çizgi ve noktalar”dan ibaret şekilde dağınık hale gelmiş “mavi” bölgelerle karşılaştırdı. Aslında, bu bölgeler Amerikan halkının çoğunluğunun yaşadığı büyük kentsel merkezlerdir.
Orduyu konuşlandırmasının amacının, Demokratların kontrolündeki büyük şehirlerden başlayarak siyasi muhalefetin bulunduğu bu bölgeleri ortadan kaldırmak olduğunu açıkça belirtti. Hiçbir Amerikan başkanı daha önce orduya bu şekilde hitap etmemişti. Bir grubun siyasi lideri olarak generallere, başka bir gruba karşı zaferini garantilemek için yardım etmelerini istiyordu.
Bu durum, Miller ve diğerlerinin Demokratları “içerideki aşırılık yanlıları” olarak kınamalarıyla birleştiğinde, Demokratik Parti’nin devam eden sessizliğini daha da çarpıcı hale getiriyor. Demokratlar, halkı uyarmak veya muhalefeti harekete geçirmek bir yana, Trump’ın Amerikan şehirlerine silahlı kuvvetleri gönderme tehditleri hakkında neredeyse hiçbir şey söylemiyorlar.
Bunun yerine, Demokratik Parti ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaşını sürdürmeye ve Çin ile çatışmaya hazırlanmaya odaklanmış durumda. Aynı zamanda, parti Amerikan demokrasisinin “koruyucu bariyerleri” olan mahkemeler, ordu ve istihbarat kurumlarının bir şekilde Trump’ı dizginleyeceği yanılsamasını da besliyor. Chuck Schumer ve Hakeem Jeffries gibi Kongre liderleri Trump’ın tehditlerini görmezden geliyor.
Partinin sözde “sol kanadı” olan Alexandria Ocasio-Cortez ve Bernie Sanders da suskun. İkisi de generallerin toplantısı hakkında hiçbir şey söylemedi. Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri ile bağlantılı ana yayın organı olan Jacobin dergisi de, ABD’de demokratik haklara yönelik eşi görülmemiş saldırı hakkında mümkün olduğunca az yazma yönündeki yayın politikasına uygun olarak hiçbir şey yazmadı.
Demokratlar, Trump’ın planlarının ciddi bir şekilde teşhir edilmesinin, savaşa, kemer sıkma politikalarına ve eşitsizliğe karşı zaten gelişmekte olan kitlesel işçi ve gençlik hareketini teşvik edeceğinden korkuyorlar. Bu sayede, Demokratik Parti, otoriter yönetimin sağlamlaştırılmasında kendisine verilen rolü oynayarak suç ortağı konumuna düşüyor.
Geçtiğimiz ay yaşanan olaylar belirgin bir sınıf mantığı izliyor. Bu ayın başlarında teknoloji oligarklarıyla yapılan toplantı, “radikal sol”a yönelik aralıksız suçlamalar, ABD şehirlerine Ulusal Muhafız birliklerinin konuşlandırılması, Charlie Kirk’ün öldürülmesi üzerine kışkırtılan faşist hezeyan, Portland’ı askeri olarak işgal etme tehdidi, Trump’ın askeri yetkililer önünde yaptığı konuşma ve hükümetin kapanmasıyla eşgüdümlü olarak gerçekleştirilen toplu işten çıkarmalar, bunların hepsi koordineli bir planın parçaları.
Geçen her gün, sadece Trump’ın izlediği faşizan gidişatı değil, aynı zamanda Demokratik Parti’nin acizliğini ve egemen sınıf içinde temel demokratik haklar için herhangi bir tabanın bulunmadığını da ortaya koyuyor. Diktatörlüğe karşı mücadele, mevcut kurumların çerçevesi içinde yürütülemez.
Sosyalist Eşitlik Partisi, 19 Eylül tarihli “Trump’ın faşist komplosuna karşı mücadele: Sosyalist bir strateji“ başlıklı açıklamasında, diktatörlüğe karşı bir hareketin örgütlenmesi, programı ve stratejisini ayrıntılı olarak ele aldı. Açıklamada, “İşçi sınıfını birleştirebilecek ve onun muazzam endüstriyel ve ekonomik gücünü Trump rejimine karşı seferber edebilecek yeni bir örgütlenme biçiminin kurulması” çağrısında bulunuldu.
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önerdiği bu yeni örgütlenme biçimi, taban komiteleridir. Trump’ın diktatörlüğüne karşı direnişi örgütlemek için her fabrika, işyeri, okul ve mahallede bu komiteler kurulmalıdır. Bu komiteler, işçi sınıfının tüm kesimlerini (sanayi, lojistik, ulaşım, restoran ve fast food, sosyal hizmetler, hukuki savunma, eğitim, sanat ve kültür, eğlence, tıp, sağlık hizmetleri, bilim, bilgisayar teknolojisi, programlama ve diğer yüksek uzmanlık gerektiren meslekler) ve öğrenci gençliği, Trump’ın faşist hükümetine, Demokratların suç ortaklığına ve demokratik haklara ve yaşam standartlarına yönelik daha geniş çaplı saldırıya karşı birleştiren direniş merkezleri haline gelmelidir.
SEP, “Kapitalist oligarşi işçi sınıfına savaş açmıştır” diye yazdı. “Buna karşı gerekli yanıt, işçi sınıfının kapitalizme savaş açmasıdır ve bu, toplumun sosyalist temelde yeniden örgütlenmesiyle sonuçlanmalıdır.” Bu program için mücadele, sosyalist bir liderliğin inşasına bağlıdır. Bu perspektife katılan tüm işçileri ve gençleri Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılmaya çağırıyoruz.