Perspektif

Trump’ın otizme karşı bilim dışı savaşı ve öjeniğin modern dirilişi

Sağlık Bakanı Robert F. Kennedy Jr. ve Başkan Donald Trump, 30 Temmuz 2025 Çarşamba günü Beyaz Saray'ın Doğu Salonu'nda düzenlenen bir etkinlikte. [AP Photo/Mark Schiefelbein]

Donald Trump’ın Pazartesi günü Beyaz Saray’da otizm üzerine düzenlediği basın toplantısı, Amerikan tarihinde bir başkan veya seçilmiş bir yetkili tarafından tıp bilimine yapılmış en şiddetli saldırıydı. Yanında Sağlık ve Sosyal Hizmetler (HHS) Bakanı Robert F. Kennedy Jr. ve diğer bakanlık yetkilileriyle birlikte kameraların karşısına geçen Trump, on yıllardır süren bilimsel araştırmaların tam aksini iddia ederek aşılar ve hamilelikte parasetamol kullanımı ile otizm arasında bağlantı kuran apaçık yanlış ve tehlikeli iddialarda bulundu.

Trump, bir saatten kısa süren dengesiz konuşması boyunca onlarca kez “Tylenol kullanmayın” cümlesinin farklı versiyonlarını tekrarladı. Oysa aralarında 2,5 milyon çocuğu kapsayan 2024 tarihli bir İsveç araştırmasının da bulunduğu çok sayıda çalışma, hamilelikte parasetamol kullanımı ile otizm arasında hiçbir bağ olmadığını ortaya koymuştur. Trump ve Kennedy, otizmi adeta bir “salgın” gibi göstererek son yıllardaki vaka artışını aşırı derece abarttı ve bu artışın asıl nedeninin artan farkındalık ve değişen teşhis kriterleri olduğu yönündeki uzman görüşlerini yok saydı.

Trump, Amişlerin aşı olmadığı için aralarında hiç otistik birey bulunmadığı gibi, aşı karşıtı hareketin çoktan çürütülmüş efsanelerini bir bir sıraladı. Çocuklara “atlara yapılan cinsten devasa aşılar yapıldığını” ve bu aşıların “bazen 80 farklı aşı içerdiğini” yalan söyleyerek öne sürdü. Gerçekte ise çocukluk dönemi aşı takvimi, doğumdan altı yaşına kadar sadece 12 aşıyı kapsamaktadır.

İçeriden gelen bilgilere göre “doğaçlama” konuşan Trump’ın bu açıklamaları, tam da hedeflediği gibi büyük bir kafa karışıklığı yarattı. ABD genelindeki sağlık kuruluşlarının telefonları, endişeli ebeveynlerin aramalarıyla derhal kilitlendi.

Çok sayıda tıp uzmanı ve sağlık örgütü bu etkinliği kınadı. New York Üniversitesi Grossman Tıp Fakültesi’nden Arthur Caplan şunları söyledi: “Bilim hakkında her şeyi bildiğini iddia eden dünyadaki herhangi bir otorite sahibinin sergilediği en acınası kanıt yoksunluğu, söylentiler, eski mitlerin tekrar tekrar dile getirilmesi, berbat tavsiyeler, açıkça yalanlar ve tehlikeli tavsiyeler.”

Trump yarı bunak bir aptal gibi görünse de, onun ve Kennedy’nin çılgın saçmalıklarının altında çok daha karanlık güçler ve saikler yatıyor.

Trump yönetimi, hamile kadınları parasetamolün güvenliğiyle ilgili asılsız iddialarla korkutarak ve çocukluk çağı aşılarında tehlikeli gecikmeleri teşvik ederek, sorumluluğu devletin ve sağlık sisteminin omuzlarından alıp doğrudan ebeveyn ve ailelere yıkmaya çalışıyor. Trump’ın vermek istediği mesaj şu: ebeveynler kendi seçimleriyle çocuklarının otizmine neden oluyorsa, neden hükümet, destek hizmetlerinin maliyetini üstlensin ki?

Dahası, Trump, insanların bilime ve bilimsel kurumlara olan güvenini sarsmaya çalışıyor, bu kurumları adeta yalan söyleyen ve otizmin gerçek nedenini gizleyen kurumlar olarak gösteriyor.

Bilime yönelik bu saldırılar, Trump yönetiminin daha geniş kapsamlı faşist programıyla iç içedir. Pazartesi günkü basın toplantısı, Charlie Kirk için resmi anma töreninden bir gün sonra yapıldı. Bu tören, aşırı sağcı bir hareketi desteklemeyi ve kilise ile devletin ayrılığını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir Hristiyan-faşist mitingi niteliğindeydi. Etkinlik boyunca konuşmacılar defalarca “ruhani savaş”tan bahsederken, Kennedy ve diğerleri Kirk’ü açıkça İsa Mesih ile karşılaştırdı.

Belki de Trump yönetiminin otizm hakkındaki dezenformasyonu yaymasındaki en endişe verici unsur, David Geier’in oynadığı merkezi roldür. Geier, 2000’li yıllarda babası Mark ile birlikte otizmi cıva ve testosterona bağlayan sahte teoriler ortaya atmıştı. Sözde “mucizevi tedavi” olarak, kısırlaştırmaya neden olabileceğini bilmesine rağmen yüzlerce otistik çocuğa Lupron enjeksiyonu uyguladılar. Sonuç olarak, çalıştığı 12 eyaletin tamamında Mark Geier’in tıp lisansı iptal edildi; sadece lisans derecesine sahip olan ve doktor olmayan David Geier ise lisanssız tıp uygulamaktan 10.000 dolar para cezasına çarptırıldı.

Mart sonunda Kennedy, David Geier’i aşılarla otizm arasında bağ kurmayı amaçlayan klinik deneyleri yönetmesi için Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda (HHS) “kıdemli veri analisti” olarak atadı ve ona Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin (CDC) veri tabanlarına geniş erişim yetkisi verdi. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine HHS, bir “otizm kayıt sistemi” kurma planından vazgeçse de Geier şu anda 50 milyon dolarlık bir otizm veri toplama projesini yönetiyor. Kişisel bilgilerin gizliliğini savunanlar, bu projenin otistik bireyleri hedef alan zararlı araştırmalara olanak sağlayabileceği konusunda uyarıyorlar. Bu, hükümetin yetkisi altında Geier’in öjenik gündemini etkili bir şekilde sürdürmesi anlamına geliyor.

Kennedy, Geier, Trump ve şu anda çeşitli HHS kurumlarını yöneten canavarlar, 20. yüzyılın başlarında Amerikan sağının geniş kesimlerini harekete geçiren ve Nazilerin ırksal temizlik politikalarının entelektüel temelini oluşturan aynı öjenik ideolojiyi yeniden diriltiyorlar.

Engelli bireylerin sistematik olarak katledilmesiyle başlayan Nazi T4 programı, bugün şahit olduklarımızın tarihsel bir emsal oluşturuyor. O program, günümüzde otizm spektrum bozukluğu (ASD) altında değerlendirilebilecek olan iletişim ve gelişim bozukluklarının yanı sıra epilepsi, Down sendromu, serebral palsi ve şizofreni gibi rahatsızlıkları olan insanları hedef almıştı. Naziler, “çaresiz durumdaki hastanın yaşamını sona erdirme” adı altında engelli çocuk ve yetişkinlerin “ötanazi”sine onay vermek için tıbbi kurullar oluşturmuş ve gaz odalarını duş gibi göstererek doktorları ölümleri denetlemekle görevlendirmişti. Engellilerin katledilmesi, Holokost’taki gaz odaları ve toplu sürgünler için bir prova niteliğindeydi.

Modern öjeniğin dirilişi, Fox News sunucusu Brian Kilmeade’nin ruhsal hastalığı bulunan evsizlere “öldürücü iğne yapılması” gerektiği yönündeki son demeciyle de kendini göstermiştir. Nazilerin toplama kampı sistemi ile Trump’ın kitlesel sınır dışı etme programı arasındaki benzerlikler ise göz ardı edilemez. Maskeli Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) ajanları artık Amerikan sokaklarında kol geziyor; göçmenleri ABD’nin dört bir yanına dağılmış toplama kamplarına, Guantanamo Körfezi’ne veya El Salvador’un kötü şöhretli CECOT mega hapishanesine, yani işkenceyle eşdeğer koşullara sahip yerlere gönderiyorlar.

Trump yönetiminin bilime yönelik bu son saldırıları, ABD’nin 11. kitlesel enfeksiyon dalgasını yaşadığı COVID-19 pandemisinin ortasında gerçekleşiyor. Geçen ay yayımlanan mega-sistematik bir inceleme, Uzamış COVID’in şu anda küresel olarak enfekte olanların yüzde 36’sını etkilediğini ortaya koydu ve bunun modern tarihin en büyük kitlesel maluliyet olayı olduğunu yeniden teyit etti. Buna karşın hem Trump yönetimi hem de Demokratik Parti, halk sağlığı önlemlerinin tamamen terk edilmesini dayattı. Bu, egemen sınıfın, işçilerin sağlığının şirket kârlarının akışını sağlamak için feda edilebilir olduğu konusundaki fikir birliğini yansıtıyor.

Önemli bir nokta da öjenik fikirlerin Biden yönetimi altında da savunulmuş olmasıdır. Ocak 2022’de, yıkıcı ilk Omicron dalgasının ortasında, o zamanki CDC Direktörü Rochelle Walensky, COVID-19’un çoğunlukla “zaten sağlık durumu iyi olmayan” insanları öldürmesinin “cesaret verici bir haber” olduğunu söylemişti. Ağustos 2023’teki COVID dalgası sırasında ise Anthony Fauci, yaşlıların, hastaların ve engellilerin “havlu atacağını” kaygısızca dile getirmişti. Hem Walensky hem de Fauci, yaşlıların, kronik hastaların ve engellilerin hayatlarının sağlıklı insanlardan daha değersiz olduğunu ima etmişti.

Son sekiz ayda Trump yönetimi, 20.000’den fazla federal halk sağlığı çalışanı ve bilim insanını işten çıkararak, 800’den fazla araştırma hibesini iptal ederek ve tüm HHS kurumlarının bütçelerinde yıkıcı kesintiler yaparak bilimsel kurumlara karşı sistematik bir saldırı yürüttü.

Bu hükümet, toplumsal kıyım ve kitlesel ölçekte talandan başka bir şey ifade etmeyen politikalar uyguluyor. İşçi kitleleri, gençler ve uzmanların buna yanıtı ise artan bir muhalefet ve radikalleşme şeklinde oldu. Tıp uzmanları, bilim insanları ve halk sağlığı uzmanlarının yaygın kınamalarından da anlaşılacağı üzere, nüfusun devasa bir kesimi bu politikalara karşı çıkıyor. Charlie Kirk’ün devlet tarafından yüceltilmesi ise işçi sınıfı ve gençliğin geniş kesimlerinde büyük bir tiksinti yarattı.

Demokratik Parti’nin tepkisi ise onların da Trump’ın hizmet ettiği aynı şirket çıkarlarına ne kadar sadık olduğunu gözler önüne seriyor. Aşılara yönelik saldırılar, egemen sınıfın işçilerin yaşam süresini kısaltma, emeklilik yükümlülüklerini azaltma ve tüm halk sağlığı ve sosyal hizmetleri yok etme politikalarının bir parçasıdır. Bu politikayı en kaba şekilde Trump dile getirse de işçi sınıfının ömrünü bilinçli olarak kısaltarak sosyal harcamaları azaltma dürtüsü, her iki partinin de tam desteğine sahiptir. Halihazırda hiçbir Demokratın bilime yönelik bu saldırılara karşı muhalefeti harekete geçirmeye çalışmamasının sebebi de budur.

Demokrat liderler, Trump’a karşı kitlesel bir muhalefetin ortaya çıkmasından her şeyden çok korkuyorlar; çünkü böyle hareketlerin kaçınılmaz olarak her iki partinin de temsil ettiği kapitalist sistemin tamamını hedef alacağını biliyorlar. Kalkıştıkları herhangi bir şeyin, büyüyen toplumsal huzursuzluğu meşrulaştırma ve körükleme ihtimalinden dehşete düşüyorlar.

Bilimi ve halk sağlığını savunmak, işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde bağımsız seferberliğini gerektiriyor. Oligarşinin öjeniği benimsemesi, gerçek halk sağlığı önlemlerinin kendi sınıf çıkarlarıyla temelden çeliştiğinin farkında olduğunu gösteriyor. İnsanlık, Trump ve destekçilerinin temsil ettiği barbarlığa karşı ancak bu tür şahsiyetleri iktidara taşıyan kapitalist sistemi yıkarak kendini savunabilir.

Loading