Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Mehring Yayıncılık, Adalar Belediyesi’nin ev sahipliğinde, 16 Ağustos Cumartesi günü İstanbul, Büyükada’da “Lev Troçki Suikastının 85. Yıldönümü: Tarihsel Önemi ve Kalıcı Sonuçları” başlıklı bir anma etkinliği düzenledi. Etkinlikte, Dünya Sosyalist Web Sitesi Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North ile çevrimiçi bir söyleşi yapıldı. Söyleşiyi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ile siyasi dayanışma içinde olan Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun önde gelen üyelerinden Ulaş Ateşçi yaptı. Söyleşi metni okunabilirlik açısından hafifçe gözden geçirilmiştir.
Ulaş Ateşçi (UA): Lev Troçki 85 yıl önce, 20 Ağustos 1940’ta suikasta uğradı. Yazılarınızda bu suikastı sonuçları ve etkileri bakımından yirminci yüzyılın en önemli siyasi suikastı olarak nitelendiriyorsunuz. Bununla neyi kastediyorsunuz?
David North (DN): Troçki suikastının önemini anlamak için, onun dünya tarihindeki yerini, neyi temsil ettiğini ve özdeşleştiği toplumsal mücadeleleri anlamak gerekir. Lev Troçki, işçi sınıfının sosyalizm uğruna devrimci hareketinin vücut bulmuş haliydi. Ona yönelik suikast, dünya çapında işçi sınıfına karşı yürütülen canice saldırının doruk noktasıydı; Nazizm ve Stalinizm, Ekim Devrimi’ne yönelik tepkilerin kendini dışa vurduğu farklı biçimlerdi. Troçki, Aydınlanma ve hatta Rönesans’a kadar uzanan insanlığın muazzam sosyal, siyasal ve entelektüel gelişiminin doruk noktası olan bu büyük devrimi temsil ediyordu. Troçki’nin 1940’ta öldürülmesi, sosyalist kültürün filizlerini yok eden bir siyasi soykırım sürecinin doruk noktasıydı. Onun öldürülmesi, siyasi ve entelektüel açıdan yeri doldurulamaz bir kişiyi sahneden çıkarmış oldu.
Bir analoji yapmam gerekirse: Müzik dünyasını düşünün, Mozart, Bach ve Beethoven yaratıcılıklarının zirvesindeyken hunharca ortadan kaldırılmış olsalardı; ya da bilim alanında, Newton ve Einstein olmasaydı. Siyaset alanında Troçki, bu büyüklükte bir konuma sahipti. Troçki’nin ölümü, işçi sınıfını eşsiz bir deha olan stratejistinden mahrum bıraktı. Onun ölümünden 85 yıl sonra, hâlâ onun ölümünün sonuçlarıyla ve 1930’lar ve 1940’larda Rusya ve Avrupa’da devrimci kuşağın yok edilmesinin sonuçlarıyla uğraştığımızı söylemek abartı olmaz.
Troçki, insanlığın krizinin önderlik krizi olduğunu söylemişti. Bu kriz, Bolşevik Devrimi’nin ve kökleri Marx ve Engels’in çalışmalarından dayanan büyük Rus ve Avrupa sosyalist kültürünün yok edilmesinin bir ürünüydü. Bu nedenle, onun öldürülmesinin geçen yüzyılın en önemli siyasi suikastı olduğunu söylediğimizde, bununla şunu kastediyoruz: Bu suikastın siyasi yankıları bugün bile devam ediyor. Bu suikastı anarak, 1917’de kapitalizmin krizinin yanıt verebileceğini kanıtlamış önderliğin inşasına kendimizi yeniden adıyoruz. Lenin ve Troçki, bu önderliğin inşası için mücadele etmişlerdi. Troçki suikastının sonuçları ve etkileri bakımından en önemli suikast olduğunu yazarken ne demek istediğimi en iyi bu şekilde açıklayabilirim.
UA: Stalin’in Troçki’yi öldürmesi neden gerekliydi? Bu sadece eski bir siyasi rakibe karşı siyasi bir intikam eylemi miydi, yoksa Stalin’in Troçki’den gerçekten korkması için bir neden var mıydı?
DN: Bu kesinlikle siyasi bir intikam eylemiydi. Stalin bir siyasi caniydi. Sadece siyasi muhaliflerini öldürtmekle kalmadı. Ailelerini, arkadaşlarını, ilişkili kişileri de yok etti. Ancak siyasi anlamda, suikast kararı, Stalin’in Troçki’nin dünya çapındaki ve Sovyetler Birliği içindeki siyasi etkisinden duyduğu büyük korkudan kaynaklanıyordu.
Stalin, elbette, Ekim Devrimi’ne katılmıştı. Krizin kitlelerin bilincine etkisini deneyimlemişti. Ve Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında patlak veren 1917 Rus Devrimi’nden edindiği deneyimden, benzer boyutlarda bir krizin işçi sınıfında büyük bir radikalleşmeye yol açabileceğini ve bu radikalleşmede Troçki’nin konumunun köklü bir şekilde değişebileceğini çok iyi anlamıştı. Troçki’nin izole ve çaresiz bir sürgünden ibaret olduğuna asla inanmadı. Bugün bunu yazan birçok küçük burjuva akademisyen olabilir ama bu siyasi açıdan doğru değil.
Troçki 1940’ta öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı çoktan başlamıştı, felaket yayılıyordu. Stalin’in politikalarının feci sonuçlarının, Avrupa’da, Almanya, Fransa ve İspanya’daki ihanetlerinin feci sonuçlarının Sovyetler Birliği’ne yönelik Nazi istilasına kapıyı açtığının anlaşılması sadece an meselesiydi. Stalin, Ekim Devrimi deneyimini yaşamıştı ve savaşın yaklaşmasıyla, özellikle de felaketin kapıda olduğu koşullarda, bunun Sovyetler Birliği içinde yaratacağı krizin, Troçki’ye yönelik bastırılmış desteği aniden ortaya çıkarabileceğini anlamıştı.
Sonuçta Troçki, 1918-1921 İç Savaşı’nda emperyalist orduları yenilgiye uğratan parlak stratejist, Kızıl Ordu’nun kurucusu ve lideri olarak işçi sınıfının bilincinde hâlâ yaşıyordu. Ünlü sosyalist yazar Victor Serge, Russia Twenty Years After (Yirmi Yıl Sonra Rusya) adlı kitabında, savaşın ilk şoklarının Sovyetler Birliği’nde milyonlarca insanı hemen “zaferin örgütleyici” Lev Troçki’yi düşünmeye sevk edeceğini yazmıştı. İşte bu yüzden Stalin, Troçki suikastını, başını çektiği gerici bürokratik rejim için siyasi bir zorunluluk olarak gördü.
Ama Troçki’den korkan tek gerici lider Stalin değildi. 1940’ta Hitler ile Fransız Büyükelçi Coulondre arasında çok ünlü bir tartışma yaşandı. Coulondre, Hitler’e şöyle dedi: “(Savaş durumunda) gerçek kazanan Troçki olacaktır. Bunun üzerine hiç etraflıca düşündünüz mü?” Hitler şok içinde tepki göstererek şöyle cevap verdi: “Biliyorum ama Fransa ve Britanya neden Polonya’ya tam hareket özgürlüğü verdi?” Troçki, bu tartışmanın bir Fransız gazetesinde yayımlanan haberini okuyarak şöyle yazdı: “Bu beyefendiler devrim hayaletini bir kişinin ismiyle adlandırmaktan hoşlanıyorlar… Hem Coulondre hem de Hitler, Avrupa üzerinde ilerleyen barbarlığın temsilcileridir.” Troçki’nin öldürülmesi, Stalinist rejimin ve dünya gericiliğinin sosyalist devrim hayaletine karşı önleyici bir tepkisiydi. Troçki suikastının gerçek nedeni budur.
UA: Troçki suikastı, SSCB’deki siyasi soykırımın doruk noktasıydı. Troçki ve destekçilerinin ölüm kararı Hitler’in ajanları oldukları yalanıyla meşrulaştırılmıştı. Bugün, halen çeşitli Stalinist ve sahte sol örgütler bu yalanları tekrarlıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
DN: Bu yalanları tekrarlayanlar, kendilerinin yalancı olduklarını ifşa ediyorlar. Stalin’in işlediği suçlar o kadar çok belgelenmiştir ve Troçki’ye ve Bolşevik Partisi’nin neredeyse tüm liderliğine yöneltilen suçlamaların düzmece niteliği o kadar kapsamlı bir şekilde ortaya çıkarılmıştır ki, bugün bunları tekrarlamak, bu yalanları kullananları Nazilerin yaptığı Holokost’u inkâr edenlerle aynı kategoriye sokar.
Stalin, Bolşevik Devrimi’nin hayatta kalan neredeyse tüm önderliğini faşizmin ajanları, Hitler rejiminin araçları olmakla suçladı. Ancak 1939’da, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist işçilere ve entelijansiyaya karşı terör estirdikten sonra, Hitler ile bir pakt imzalayan Stalin’den başkası değildi. Aslında, Haziran 1941’de Naziler Sovyetler Birliği’ni istila edene kadar geçen iki yıl boyunca, Batı Avrupa’da aktif olan Komünist Parti üyelerinin Hitler rejimi hakkında kötü konuşmaları yasaktı.
Stalinizmin sonucunun Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve bürokrasinin kapitalizmi restore etmesi olacağı uyarısında bulunan Troçki’ydi. Bu, 1991’de gerçekleşti. Dolayısıyla, Stalin’in yalanlarının tekrarlanması, siyasi olarak, Troçki’nin mücadele ettiği sosyalist enternasyonalizm programına temelden düşman olan ve Stalin’in gerici programını destekleyen gerici küçük burjuva milliyetçilerin işi olabilir ancak.
Elbette, ilkeli aydınlarla veya işçi sınıfı içinde, Rus Devrimi’nin tarihi hakkında ve bu tarihin karmaşıklıkları hakkında meşru ve kapsamlı bir tartışma yapılabilir. Ancak tüm bu tartışmalar gerçeğe, olgulara dayanmalıdır. Sefil yalanları tekrarlayan, toplu katliamları meşrulaştıran ve Stalin’i siyasi bir kahramana dönüştürebilenlerin bu tartışmada yeri yoktur. Doğrusu bu tür insanlar sosyalizmin kampında değil, gerici milliyetçiliğin kampında, hatta 1917’de Rus işçi sınıfı tarafından devrilen çarlık rejiminin gerici geleneklerine dayanan Putin ve Rus milliyetçilerinin kampında yer almaktadır.
UA: 24 Mayıs 1940’ta Troçki’ye bir suikast girişimi olmuştu. Bu saldırı ve Troçki’nin tepkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
DN: 24 Mayıs 1940 akşamı, ressam David Alfaro Siqueiros liderliğindeki Stalinist suikastçı çetesinin, görevde olan Amerikan güvenlik görevlisi Robert Sheldon Harte tarafından sabahın erken saatlerinde Troçki’nin Coyoacan’daki villasına girmesine izin verildi. Daha sonra Harte’ın aslında bir Stalinist ajan olduğu ortaya çıktı. Harte villanın kapısını açmış ve bu çete makineli tüfekler ve yangın çıkaran silahlarla donanmış halde villaya girmiş, Troçki’nin yatak odasına girip makineli tüfeklerle ateş etmeye başlamıştı. Olağanüstü bir şekilde, Troçki ve eşi uyanıp yataktan yuvarlanmayı başardılar. Makineli tüfekler biraz yukarı doğru tutulmuştu; yatağa ve duvara ateş ettiler. Karanlıktı ve mucizevi bir şekilde Troçki’yi öldürmeyi başaramadılar. Bu saldırı sırasında, Troçki’nin sadece 14 yaşındaki torunu Seva Volkov ayak parmağından yaralandı ama yarası ciddi değildi. Suikastçılar daha sonra geri çekildiler.
Troçki hemen odasından çıktı. Troçki’nin hayatında ilk kez ateş altında kalmıyordu. Bu konuda tecrübeliydi ve korumalarını aramaya başladı. Ne yazık ki korumaları tamamen amatörlerden oluşuyordu. Bu tür bir saldırıya hazırlıklı değillerdi. Daha sonra, Troçki’nin korumalarına liderlik eden ve saldırıdan sağ kurtulan Harold Robins’ten, Troçki’nin korumalarını bulduğunda, onların hiçbir şekilde karşılık vermemeleri veya harekete geçmemeleri nedeniyle açıkça hayal kırıklığına uğramış olduğunu öğrendim.
Kısa süre sonra Harte’ın ortadan kaybolduğu fark edildi. Kaçırılmış mıydı, yoksa kendi isteğiyle mi gitmişti, yani komplonun bir parçası mıydı, yoksa sadece kurban mıydı; bunlar belli değildi. Kısa süre sonra Harte’ın cesedi bulundu ve rolüne ilişkin şüpheler olmasına rağmen, ilk sonuç kaçırılıp öldürüldüğü yönündeydi. Ancak Troçki, onun bir ajan olma ihtimalinin de dışlanamayacağını söyledi. Daha sonra elde edilen bilgiler, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından sonra ortaya çıkan belgeler, Harte’ın GPU ajanı olduğunu ve suikast komplosuna katıldığını kesin olarak kanıtladı.
Yine, saldırının zamanlamasına dikkat etmek önemlidir. Mayıs 1940’taki saldırı, Nazilerin Fransa’yı istila ettiği koşullarda yapıldı. Stalin, kamuoyunun savaşın tırmanmasına odaklanacağını ve Troçki suikastının uluslararası manşetleri kaplamayacağını umuyordu. Suikastın ardından Troçki, öncelikle komplonun açığa çıkarılmasına büyük zaman ayırdı. “Stalin Ölmemi İstiyor” başlıklı çok güçlü bir makale yazdı ve bu makalede, “Ben bu dünyada kurallara göre değil, kuralların istisnası olarak yaşıyorum,” diye belirtti.
Stalinistler ve onların küçük burjuva entelektüellerle ilkesiz unsurlar arasındaki destekçileri, Troçki’nin saldırıyı kendisinin organize ettiğini, bunun gerçek bir suikast girişimi olmadığını iddia etmeye kalktılar. Troçki bu yalanı kapsamlı bir şekilde ortaya çıkardı ve elbette 20 Ağustos’ta olanlar bu yalanın ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Ayrıca Troçki, dünyanın dört bir yanındaki komünist partilerin, yani Stalinist partilerin, Sovyet bürokrasisinin fiilen kontrolü altında olduğunu ortaya çıkaran “GPU ve Komintern” başlıklı bir makale daha yazdı.
Troçki, kendisine başka bir suikast girişimi olacağını biliyordu. 1976’da, Troçki suikastıyla ilgili bilgi toplamak için Meksika’ya gittiğimde, Troçki’yi tanıyan bir gazeteci, suikasttan birkaç gün önce Troçki ile yaptığı bir konuşmayı anımsamıştı. Troçki, “Bana başka bir suikast girişimi daha olacak. Bu kez ya tanıdığım biri ya da villaya erişimi olan biri tarafından teşebbüs edilecek,” demişti. Gazeteci, Troçki’yi çok sevdiğini, ona büyük saygı duyduğunu ve Troçki’nin bu sözleri üzerine çok üzüldüğünü söylemişti. Oysa Troçki’nin gülümsemiş ve “Ne olursa olsun, yine de ben kazanacağım. Neden biliyor musun?” demişti. Gazeteci nedenini sorunca, Troçki ona yaklaşarak kulağına şöyle fısıldamıştı: “Çünkü ben Stalin’den çok daha akıllıyım.”
Elbette Troçki’nin asıl demek istediği, uğruna savaştığı siyasi perspektife güvendiği ve Stalin’in, geçici başarıları ne olursa olsun, bir perspektifinin olmadığıydı. Troçki’nin daha önce devrime karşı çıkanlar için kullandığı bir metaforu kullanmak gerekirse, Stalin tarihin çöp sepetine atılacaktı.
UA: Troçki suikastının kaçınılmaz olduğu iddia ediliyor. Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz, yoksa suikast önlenebilir miydi?
DN: Bu karmaşık bir soru ve cevap kaçınılmazdan ne anladığınıza göre değişir. Tarihsel bir süreçten bahsediyorsanız, elbette kaçınılmazlıklar vardır. Kapitalist toplumda sınıf mücadelesi kaçınılmazdır. Devrim ve karşıdevrim, bu sistemin çelişkilerinden kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Savaş ve savaşa karşı mücadele, dünya kapitalizminin jeopolitiğinden kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Ancak belirli bir olaydan bahsediyorsanız, elbette “kaçınılmazlık” terimini çok daha dikkatli kullanmak gerekir. Troçki’nin öngördüğü gibi, ona suikast düzenlenmesi kaçınılmazdı. Sovyet bürokrasisinin Troçki’yi öldürmeye teşebbüs etmesi kaçınılmazdı. Bu teşebbüsün başarılı olması kaçınılmaz mıydı? Hayır, değildi. 24 Mayıs 1940’ta başarılı olamadı ve 20 Ağustos 1940’ta başarılı olması da kaçınılmaz değildi. Suikast en temel güvenlik önlemlerinin bile ihmal edilmesi nedeniyle başarılı oldu.
Suikastçı Ramon Mercader, bir ajan tarafından Troçki’nin evine sızdırılmıştı. 20 Ağustos günü öğleden sonra Coyoacan’daki villaya geldi. Güneşli bir gündü ve Mercader yağmurluk taşıyordu. Troçki, Mercader ile sadece üç gün önce görüşmüş ve sonradan onun hakkında şüphelerini dile getirmiş, hatta onu bir daha görmek istemediğini bile söylemişti ancak korumaları buna aldırış etmemişti. Daha sonra öğreneceğimiz üzere, Troçki’nin Coyoacan’daki baş sekreteri Joseph Hansen’in kendisi bir Stalinist ajandı. Mercader yağmurlukla geldiğinde üstü aranmadı. Yağmurluğunun içinde otomatik bir silah, bir buz baltası ve bir bıçak taşıyordu. Eğer yağmurluğu alınmış olsaydı, suikast gerçekleşmezdi. Ama alınmadı ve Mercader’in, suikastın gerçekleştiği Troçki’nin çalışma odasına Troçki ile tek başına girmesine izin verildi.
Dolayısıyla o tarihteki suikast kaçınılmaz değildi. Önlenebilirdi. Bu deneyimden çıkarılması gereken dersler var ve biz de bunları çıkarmaya çalıştık. Siyasi güvenlik çok önemli bir meseledir ve emperyalist gericiliğe karşı mücadeleyi ciddiye alan hiçbir siyasi parti bunu görmezden gelemez. Dolayısıyla Troçki’ye yönelik suikast girişimlerinin kaçınılmaz olduğunu ancak bunların başarılı olmasının kaçınılmaz olmadığını anlamak önemlidir.
Bizler Marksistiz, kaderci değil. Tarihsel yasalar vardır ancak bu tarihsel yasalar önceden belirlenmiş bir sonuca götürmez ve bu, bugünkü siyasi durumu anlamak için önemlidir. Bir anlamda, kapitalizmin gelişimi, emperyalizmin gelişimi, soykırıma, faşizme ve nükleer savaşa yol açar. Ama aynı zamanda sosyalist devrime de yol açar. Dolayısıyla asıl soru, bu eğilimlerden hangisinin üstün geleceğidir; yıkıma giden eğilimler mi, yoksa devrime giden eğilimler mi? Belirleyici soru budur.
Burada siyasi önderlik meselesine geliyoruz. Marksistler olarak, insanlığı yıkıma sürükleyen eğilimlerin, içlerinde sosyalist devrim olasılığını da barındırdığını düşünüyoruz. Bu anlamda tarihsel iyimserleriz. Devrim mümkündür. Devrimin zaferi mümkündür. Ama kendimizi rehavete kaptırmıyoruz. Ve mücadele etmedikçe, gerekli adımları atmadıkça, doğru bir siyasi programa sahip olmadıkça ve bu programı işçi sınıfına aktaramadıkça, felaket tehlikesinin çok büyük olduğunu biliyoruz. Bu yüzden devrimci önderliği inşa etmek için mücadele ediyoruz.
UA: 55 yıldır sosyalist devrim mücadelesinde aktif olarak yer alıyorsunuz. On yıllardır süren siyasi gericiliğe rağmen iyimserliğinizi ve kararlılığınızı nasıl koruyabildiniz?
DN: Marksizmin en büyük avantajı, nesnel gerçekliğe izlenimci değil bilimsel bir şekilde yaklaşması ve onu analiz etmesidir. Marksizm, görünüş biçimlerinin çelişkili olduğunu ve gericiliğin hakimiyeti gibi görünen şeyin içinde devrimin olasılığını da barındırdığını anlar. 1971’de Troçkist harekete katıldığımda, Sovyetler Birliği birçokları tarafından her şeye gücü yeter görülüyordu. Komünist partilerin milyonlarca üyesi vardı ancak bunların etkisi, geçersizlikleri kanıtlanmış yanlış politikalara dayanıyordu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ya da Çin’de kapitalizmin restorasyonu gibi tüm bu olaylar, Troçkist perspektifin doğruluğunu teyit etti. Bizim perspektifimiz doğruydu; bu perspektif nesnel durumu doğru analiz etti.
Gelişmelerden ilk yararlananlar siyasi gericilik güçleri olsa da başka süreçler de iş başındadır. Devrimler, her şeyin harika gittiği ve insanların sadece bir değişiklik yapmak, biraz daha iyi bir hayat sürmek istedikleri için gerçekleşmezler. Devrimler, herkesin davetiye alıp kutlamaya davet edildiği doğum günü partileri gibi önceden duyurulmazlar. Devrimler her zaman beklenmedik olurlar. Her zaman imkânsız gibi görünürler, çünkü bir anlamda, genellikle gericiliğin en aşırı gelişme aşamasına ulaştığı noktada gelip çatarlar. Bu, 1789 Fransa’sında böyleydi ve 1917 Rusya’sında da kesinlikle böyleydi.
Şu anda içinde bulunduğumuz dünya durumu, kapitalizmin çağımızın muazzam sosyal, ekonomik ve ekolojik sorunlarıyla başa çıkma konusunda tamamen yetersiz olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bu, her anlamıyla iflas etmiş bir sistemdir. Hiç kimse nükleer savaşın insanlığın sorunlarına bir çözüm olabileceğine ya da soykırımın insanlığın büyük bir kısmı tarafından kabul edilebilir olacağına inanamaz. Direniş her yerde büyüyor ama bu direnişin doğru siyasi perspektifle etkileşime girmesi gerekiyor. Tarihinin en büyük devrimci patlamalarının eşiğindeyiz ve bence iyimserliğin temeli bu nesnel eğilimlerin gücünü anlamaktan geçiyor.
Daha önce de söylediğim gibi, tarih bize devrimi bir doğum günü hediyesi gibi sunmaz. Nesnel durumdan devrimci potansiyeli çıkarmalı ve gereğini yapmalıyız. Belirleyici mesele budur. İnanıyorum ki kitleler, yaşadıkları deneyimler üzerinden –sosyal demokrasinin, Stalinizmin, burjuva milliyetçiliğinin iflasına tanık oldular– artık belki de gerçek toplumsal devrim teorisine ve pratiğine yüzlerini dönmenin gerekliliğini anlayacaklardır.
Marx, Engels, Lenin ve Troçki’den ve bunların çağdaş tezahürü olan 21. yüzyıl Marksizminden, yani Troçkizm ve Dördüncü Enternasyonal’in programından bir kez daha ders çıkaracaklardır. Ben bu perspektifin doğruluğuna inanıyorum ve bu yüzden yoldaşlarım ve ben, önümüzdeki dönemde işçi sınıfının toplumsal devrime doğru büyük bir kayma yaşayacağı konusunda son derece iyimseriz. Ve belki de çok uzak olmayan bir gelecekte, Büyükada’da başka bir anma yapacağız ve o zaman bu perspektif gerçekleşmesinin çok daha ileri bir evresinde olacak.