Kamu işçileri ile hükümet arasında süren toplu görüşmelerde bir uzlaşma çıkmaması üzerine Türk-İş konfederasyonuna bağlı sendikalar ayrı ayrı grev kararları alırken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kararname ile 2.100 madencinin 1 Ağustos Cuma günü başlayacak grevini “milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğü” gerekçesiyle 60 gün süreyle erteledi. Ankara, Eskişehir, Kütahya ve Balıkesir illerindeki Eti Maden tesislerinde 1 Ağustos’ta, Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Merkezi’nde ise 8 Ağustos’ta greve çıkılması planlanmıştı.
Bu erteleme kararı daha öncekilerde olduğu gibi grevin hükümet –bu sefer bizzat işveren– tarafından fiilen yasaklanması anlamına geliyor. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na göre grevler 60 günlük erteleme süresi sonunda yeniden başlatılamıyor. Erteleme süresi içinde anlaşma sağlanamazsa işveren ve hükümet temsilcilerinin hakimiyetindeki Yüksek Hakem Kurulu (YHK) tarafından sözleşme belirleniyor.
Yasak kararı, işçi sınıfının hayat pahalılığı karşısında giderek yoksullaşmasının, temel demokratik haklara artan saldırının ve Ortadoğu’da savaşın derinleşmesinin ortasında sınıfsal ve uluslararası gerilimlerin tırmandığı patlayıcı kriz koşullarında geldi.
Türkiye’de 600 binden fazla kamu işçisinin ücret ve sosyal hak ödemelerinde zam oranını belirleyen 2025-2026 Kamu Çerçeve Protokolü (KÇP) görüşmeleri hükümeti temsil eden Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) ile işçi sendikalarını temsilen Türk-İş ve Hak-İş konfederasyonları arasında devam ediyordu.
TÜHİS 18 Temmuz Cuma günü yapılan üçüncü görüşmede ilk 6 ay için teklifini yüzde 24’e çıkarmış; sonraki altı aylar için ise enflasyon oranında artış teklif etmişti. Bu teklif, hayat pahalılığı karşısında işçilerin reel olarak yoksullaşmaya devam etmesi anlamına gelirken işçiler arasında artan öfke ve mücadele etme isteği büyüyor. Onlarca yıldır sözleşme dönemlerinde hükümetin tekliflerini işçilere dayatan ve sınıf mücadelesini bastırmaya yardımcı olan korportatist sendika bürokrasisi, bu kez bir satış sözleşmesinin hızla kabul edilmesinin militan bir işçi hareketini tetikleyebileceğinden korkuyor.
Bu yüzden Türk-İş, 17 Temmuz’da bir işe gitmeme protestosu düzenlemek zorunda kaldı. Bu eylem demiryolları, karayolları, madenler, elektrik üretim santralları, bakanlıklar, üniversiteler ve hastanelerin de aralarında bulunduğu kamu kurum ve kuruluşlarında etkili oldu. Bu, Türk-İş’in 3 Ocak 1991’deki genel grevden bu yana bu kapsamda yaptığı ilk iş bırakma eylemiydi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) son resmi yıllık enflasyon oranını yüzde 35 olarak açıkladı. Bağımsız bir kuruluş olan ENAG ise bu oranı yüzde 68 olarak hesapladı. Son yıllarda ENAG tarafından tespit edilen gerçek yıllık enflasyon uzun süre yüzde 100’ün üzerinde seyretmişti.
Hükümet tarafından henüz yasak getirilmeyen birçok kamu işletmesinde grev ilanları asılmaya devam ediyor. 2 Ağustos’ta Türkiye Taşkömürü Kurumu ve Maden Tetkik Arama Kurumu madenlerinde grevlerin başlayacağı bildirildi. Tarih verilmese de Karayolları Genel Müdürlüğü’ne grev kararı asıldı ve işletmenin 500’e yakın tesisinde greve çıkılacağı duyuruldu. 7 Ağustos’ta Orta Doğu Teknik Üniversite’nde grev başlayacağı bildirildi. Ayrıca Devlet Su İşleri tesislerinde de grev ilanları asılmaya başlandı.
Sendikalar bu grevler öncesi hükümetin 4. teklifte bir miktar daha artış yapmasını bekliyor ve böylece satış sözleşmesini işçilere dayatmaya hazırlanıyordu. Ancak hükümet sendika bürokratlarının beklentilerinin aksine salı günü açıkladığı 4. teklifte ilk altı aylık zam oranını yüzde 24’te tuttu ve sonraki altı aylar için enflasyon oranında artış yapma teklifini bile geri çekti. Yeni teklife göre TÜHİS ikinci altı ay için yüzde 11, üçüncü altı ay için yüzde 10, üçüncü altı ay için yüzde 6 zam teklifi yaptı.
Bu açık meydan okuma karşısında işçilerin artan öfkesini ve grev talebini yatıştırmak amacıyla Türk-İş bürokrasisi çarşamba günü bir basın açıklaması düzenledi. Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, hükümetin geri çektiği teklifin belgelerini gösterdi. Buna göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın imzasını ve el yazısını taşıdığı belgelerde birinci altı ay için yüzde 24, ikinci altı ay için ise gerçekleşen enflasyon, yani yüzde 16,67 oranında zam öngörülüyordu.
Perşembe akşamı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile görüşen Atalay işçilerinin taleplerinin çok altında bir oranla bir satış sözleşmesi imzalama sinyali verdi: “2025 yılının ikinci 6 ayı için verilen yüzde 11’i aştık ama yüzde 16,67’yi bulmadı. … Teklif yüzde 100 olumlu değil ama olumluya yakın bir teklif gibi gözüküyor.” Oysa işçiler günlük en düşük ücretin 1800 liraya yükseltilmesini, ardından ücretlere ilk 6 ay için yüzde 50, sonraki 6 aylar için ise yüzde 25 zam talep ediyorlardı.
Kamuda ortalama işçi ücreti şu anda 37.500 lira civarında ve yüzde 24 zam yapılırsa sadece 46.500 liraya çıkaracak. Son 5 yılda kamu işçilerinin ücretlerindeki gerileme ancak 12 Eylül 1980’deki NATO destekli askeri darbe sonrasında uygulanan şiddetli sosyal saldırının sonucu olan düşüşle karşılaştırılabilir düzeydedir.
Hükümetin zam teklifini geri çekmesi, Eti Maden grevlerinin yasaklanması ve sendikal aygıtın suç ortaklığı, burjuvazinin işçi sınıfının başta ücretler olmak üzere yaşam koşullarına yönelik saldırısının derinleşerek devam edeceğini göstermektedir.
Hükümetin ücret artışı için yeterli kaynak olmadığı gerekçesi büyük bir yalandır. Hükümet, kaynakları bankalara, büyük şirketlere ve militarizme aktarmak için işçi sınıfı ve emeklilerin oluşturduğu büyük çoğunluğa karşı bilinçli bir sınıf savaşı gündemi izliyor.
2024’te savunma harcamalarının GSYİH’ye oranı yüzde 2 (800 milyar lira) olan Türkiye’nin, NATO taahhüdü doğrultusunda harcamalarını yüzde 5’e çıkarmak için bütçeden ek olarak yaklaşık 1,5 trilyon ayırması gerekiyor. Bu, sosyal harcamaların daha fazla kısılması ve asıl olarak emekçilerden elde edilen vergilerin daha fazla artırılması demektir.
Erdoğan’ın grevi “milli güvenlik” bahanesiyle yasaklaması, “milli güvenlik” ve “milli çıkarlar”ın aslında egemen sınıfın çıkarları anlamına geldiğini göstermektedir. Bu aynı zamanda Türk burjuvazisinin Ortadoğu’daki savaşa yönelik hazırlıkları ve militarizm gündemi ile işçilere karşı yürüttüğü savaş arasındaki bağı gözler önüne sermektedir.
Erdoğan, liderlik ettiği Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından bu yana en az 22 “grev erteleme” kararnamesi yayımladı ve toplamda 200 binden fazla işçinin grevi fiilen yasaklandı. Hükümetin önümüzdeki süreçte başka grevleri de yasaklaması ve grevlerin fiilen sürdürülmesi durumunda işçilere karşı burjuva devletin baskı aygıtına giderek artan oranda başvurulması oldukça muhtemeldir.
Geçtiğimiz hafta Mersin Akkuyu’daki nükleer güç santrali inşaatında çalışan işçiler çalışma koşulları ve aylardır ödenmeyen maaşları için protesto yaparken jandarmalar işçilere TOMA ve coplarla saldırdı. Akkuyu’daki işçilerin saldırıyı püskürtmeye çalışması ve direniş göstermesi, işçi sınıfı içinde artan militan ruh haline tanıklık etmektedir.

Kamu işçileri, yaklaşan grevlere ve hükümetin başta grev ve protesto hakkı olmak üzere demokratik haklara yönelik saldırılarına karşı hazırlanmalıdır. Bu, sendika bürokrasisinin hakimiyetinden bağımsız taban komiteleri inşa ederek belirlenen ortak talepler uğruna fiili greve çıkmak da dahil mücadele etmeyi ve Türkiye’de ve uluslararası ölçekte işçi sınıfının diğer kesimlerine seslenmeyi gerektirmektedir.
Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı, tüm dünyada işçilerin sendikal bürokrasiye muhalefet içinde gelişen hareketini birleştirmek ve ileriye taşımak için gereken örgütlenme aracını sağlıyor. İşyerlerinde bu tür taban komiteleri kurmak için bizimle iletişime geçin.