Bu yıl Londra Shoreditch’te Sosyalist İşçi Partisi (SWP) tarafından düzenlenen “Marksizm: Sosyalist Fikirler Festivali”, Jeremy Corbyn’in destekçilerinin İşçi Partisi’ne rakip olacak yeni bir sol parti kuracaklarını duyurmalarına odaklandı.
Cumartesi günü öğle saatlerinde düzenlenen “Parti Zamanı: Ne tür bir sola ihtiyacımız var?” başlıklı toplantıda, yüzlerce SWP üyesi, Corbyn’in sahneye çıkışını, koro halinde, White Stripes’in “Seven Nation Army” şarkısı eşliğinde, “Oh, Jeremy Corbyn!” sloganlarıyla karşıladı.

SWP Ulusal Sekreteri Lewis Nielsen, iki gün önce Corbyn ile birlikte yeni bir partinin eş başkanlığını üstleneceğini açıklayan bağımsız (eski İşçi Partisi) milletvekili Zarah Sultana’yı selamladı. Nielsen, partinin kuruluşunu kitlesel bir seferberliğin “başlangıç ateşi” olarak nitelendirerek, “Cin şişeden çıktı” dedi.
Nielsen alkışlar ve tezahüratlar eşliğinde, “Ülkede milyonlarca insan mücadele çağrısına cevap vermeye hazır. Bu salondaki herkes bu çağrıyı duyurmaya ve yarının bugünden daha iyi olacağını söyleyen bir mücadeleye öncülük etmeye katılabilir. Aşırı sağı yeneceğiz. İşçi sınıfına yönelik kesintileri durduracağız. Filistin’in yanında olacağız ve farklı bir dünya inşa edeceğiz,” dedi.
Corbyn’in, büyük baskı altında olduğu belliydi. Yeni partiden hiç bahsetmedi ve Sultana’nın açıklamasına da değinmedi. Corbyn, bir gün önce X’te “Yeni bir tür siyasi partinin demokratik temelleri yakında şekillenecek,” diye yazmış ve “görüşmeler devam ediyor,” diye eklemişti.
Corbyn, partinin Blairci kanadıyla mücadele etmek üzere büyük bir yetkiyle İşçi Partisi liderliğine getirileli neredeyse on yıl oldu. Oysa mücadele etmek yerine sürekli geri adım attı ve tüm temel konularda sağ kanada teslim oldu: NATO üyeliği, Trident nükleer silahlarının muhafaza edilmesi, İşçi Partisi belediyelerinin Tory kesintilerini uygulamasında ısrar ve “antisemit” olarak karalanan destekçilerinin toplu olarak ihraç edilmesine karşı çıkmaması.
Corbyn’in amacı, işçi sınıfının ve genç kuşağın sola kaymasını engellemek ve onları İşçi Partisi’nin arkasında toplamaktı. Corbyn, 2015 yılında, misyonunu İşçi Partisi’nin “Pasoklaşmasını” önlemek olarak tarif etmişti. Bu şekilde, Yunanistan’ın sosyal demokrat PASOK partisinin çökerek Syriza’nın (Radikal Sol Koalisyonu) gölgesinde kalmasına atıfta bulunuyordu.
Corbyn, o yılın temmuz ayında İşçi Partisi yanlısı Mirror gazetesinde, “Sosyal demokrat partilerin kemer sıkma politikalarını kabul etmesi ve bunları uygulaması sonucunda çok sayıda üye ve destekçi kaybetmesi oldukça ilginç. Bence burada bir şeyleri değiştirme şansımız var,” demişti.
Başka bir ifadeyle, Corbyn, İşçi Partisi’nin “Syrizalaşması”nı, yani “Azınlık için değil, çoğunluk için” sloganını benimseyen sol popülist bir partiye dönüşümünü gerçekleştirecekti.
Uzun zaman boyunca Stalinist olan ve daha sonra Corbyn’in baş siyasi danışmanı haline gelen Andrew Murray, 2013’te Ken Loach’ın artık aktif olmayan Sol Birlik grubuna yanıt vererek, bu grubun Britanya’da Syriza tipi bir hareket olduğu iddiasını reddetmişti. Murray, “Britanya işçi sınıfı, Britanya İşçi Partisi’ni Yunan işçi sınıfının PASOK’a baktığı gibi gördüğünde bir ‘Britanya Syriza’sını destekleyecektir. Şu anda bu noktada değiliz,” demişti.
Şu anda durum tam da budur. İşçi sınıfı, Starmer hükümetinin sağcı otoriter önlemlerine, yoksullara ve engellilere yönelik saldırılarına, soykırım ve savaşa verdiği desteğe ve grevci işçilere karşı polisin seferber edilmesine büyük öfke duyuyor. İşçiler ve gençler, on yıllardır süren tarihi bir sola kayış ile İşçi Partisi’nden kopuyor.
Nigel Farage liderliğindeki aşırı sağcı Reform Partisi, yaşlı ve hoşnutsuz İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti seçmenleri arasında destek kazanıyor. Buna karşın muazzam miktarda servetin milyarder oligarşisinin elinde yoğunlaşmasına, savaşa ve soykırıma karşı ve işçi sınıfının demokratik ve sosyal haklarını savunmak için çok daha geniş ve güçlü bir kesim sola yöneliyor.
Bu, işçi ve sendika bürokrasisinin bazı kesimleri ile SWP gibi sahte sol müttefiklerinin, işçileri ve gençleri reformist siyasete hapseden ve kapitalist sisteme karşı sosyalist ve devrimci bir hareketin gelişmesini engelleyen yeni bir siyasi araç oluşturmak için canla başla çabalamalarını açıklıyor.
Corbyn’in kendisi cumartesi günkü etkinlikte “değişimi gerçekleştirmek için halkı seferber etmek”ten sadece belli belirsiz şekilde bahsetti. Onun, Sultana’nın yeni partisini destekleme konusundaki isteksizliği, İşçi Partisi’nin işçi sınıfı üzerindeki hakimiyetine herhangi bir meydan okumanın kendi kontrolünden kaçabileceği yönündeki haklı korkusundan kaynaklanıyor. Corbyn’in İşçi Partisi’ndeki Sosyalist Kampanya Grubu’ndaki kilit müttefikleri Dianne Abbott ve John McDonnell, Muhafazakar Parti yanlısı Telegraph gazetesine yeni partiye katılmayacaklarını söylediler.
Geçen yılki genel seçimlerde Keir Starmer’a rakip olan Afrika Ulusal Kongresi eski milletvekili Andrew Feinstein, yeni parti girişiminin kamuoyundaki sözcüsü olarak ortaya çıktı. Feinstein’in, Sultana’nın sürpriz açıklamasını organize ederek Corbyn’i köşeye sıkıştırmaya çalışan kilit isimlerden biri olduğu bildirildi.
Feinstein, SWP’nin toplantısında, kurulmakta olan “yeni kitle partisi”nin Westminster’da “aktivistlerimizin, sosyal hareketlerimizin, topluluklarımızın temsil edilmesini sağlayacağını” söyledi. Peki, amaç? “Parlamentonun, belediye meclislerinin, devletin yapılarını, kurallarını ve işleyişini temelden değiştirmek, böylece hepsinin azınlığa değil çoğunluğa hizmet etmesini sağlamak.”
Başka bir deyişle, işçi sınıfını kapitalist devlete tabi kılan, devletin ele geçirilerek “halkın” çıkarlarına hizmet eder hale getirilebileceği ölümcül yanılsamasını teşvik eden bir parti.
“Hoş geldin Yanis”
“Marksizm 2025”, SWP’nin kurulmasına hazırlandığı kapitalizm yanlısı parti türünü açıkça ortaya koydu. Yanis Varufakis’i “Oligarşiye karşı mücadele: Marx’ın önemi” başlıklı bir oturumda ana konuşmacı yapması, yalnızca “radikal” İngiliz orta sınıfının en kayıtsız kesimlerinde kök salmış bir örgütün hoş görebileceği bir müdafaa ve örtbas çabasıydı.
2015 yılında Yunanistan’ın Syriza hükümetinde maliye bakanı olan Varufakis, Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin Yunan işçi sınıfına dayattığı kemer sıkma politikalarında merkezi bir rol oynadı. Onun sıcak karşılanması, SWP’nin Britanya’da ne yapmaya hazırlandığını göstermektedir.
Varufakis, cumartesi öğleden sonra kalabalık bir oturumun öncesinde sahneye çıkan SWP’nin baş teorisyeni Alex Callinicos ile Zoom üzerinden bir söyleşiye katıldı. Tartışmalarının görünürdeki konusu, Varufakis’in kendini beğenmiş, kıyamet habercisi kitabı Technofeudalism: What Killed Capitalism idi.
Dostlarının arasında olduğunun farkında olan Varufakis, açılış konuşmasında, Syriza hükümetinin Yunan halkından kemer sıkma politikasına “Evet” veya “Hayır” oyu vermesini istediği referandumun 10. yıldönümü olduğunu belirtti. Varoufakis, oylamanın sonucu “yankı uyandıran tarihi bir olaydı. Sol üzerinde iyi bir etki yaratmadı ancak yine de Marksist solun öğrenebileceği en değerli derslerden biri olmaya devam edecek bir olaydı,” dedi.
Varufakis, “kapitalizmin yıkıldığı” 2008 küresel finansal krizinin kısa bir tarihçesini (onun sözleriyle “hatırlamayacak ya da umursamayacak kadar genç olanlar için”) sunarak, “sistemimizin en kırılgan kısmı Yunanistan, Yunan devletiydi,” diye konuştu.
Avrupa oligarşisinin planı, “Yunanistan’ı muazzam bir kemer sıkma politikasının uygulandığı distopik bir laboratuvara dönüştürmek… ve sonra bu modeli Yunanistan’dan İrlanda’ya, Portekiz’e, İspanya’ya, İtalya’ya taşımaktı. George Osborne, bunu sizin kıyılarınıza getirme rolünü oynadı. Sonunda, Almanya’ya kadar geldi.”
O, Syriza’nın ilk günlerini şöyle anlattı: “Eskiden böyle toplantılar yapardık, bilirsiniz, 100 kişi, 500 kişi, 400 kişi” ve sonra birdenbire “küçük bir parti”den oyların yüzde 36’sını alan bir partiye dönüşmüş ve “5 Temmuz 2015’te [referandum günü] bu oran yüzde 62’ye” çıkmıştı.
“Size şunu söyleyebilirim, bunu iktidar sahiplerinin gözlerinde görebiliyordum… Christine Lagarde, Avrupa Merkez Bankası, İngiltere Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası [başkanı] gibi insanlar; bunu görebiliyordum çünkü o tarihi tesadüf eseri, birkaç aylığına ülkenin Maliye Bakanı pozisyonuna yükseltilmiştim. Panik içindeydiler.”
Varufakis ardından, Yunan seçmenlerin kemer sıkma politikalarına kesin bir “Hayır” cevabı verdiği referandum gecesine ilişkin şaşkınlık verici bir tasvir sundu:
Birkaç saat sonra, yoldaşım Başbakan [Aleksis Çipras] yanıma geldi... Çok şiddetli bir tartışma yaşadık. İstifa ettim... Sizi bununla sıkmak istemiyorum. Hatırlayanlar hatırlar. Hatırlamayanlar, araştırıp öğrenebilirler. İlginç bir olaydı. Tamamen plansız, spontane, küçük bir parti, tarihin o kritik döneminde halka radikal iddialarda ve radikal vaatlerde bulundu ve devrim için ezici bir çoğunluk elde etti. Bunu baltalayan bizim kendi zayıflığımızdı. Bu, solcular için çok büyük bir ders. Yoldaşlar, düşman, onlar bize saldırdığında, içimizden çıkacaktır.
Burada Varufakis, Syriza’yı (ve kendini) Çipras’ın öngörülemeyen gerici güçlere sığınmasının talihsiz kurbanları olarak tasvir ediyor. Varufakis’in maliye bakanlığından istifası, Syriza’nın Yunan halkının iradesine ihanet etme ve AB’nin yakıp yıkma programını uygulama planlarına karşı vicdanlı bir eylem olarak sunuluyor.
Oysa ne Syriza’nın ihaneti ne de Çipras ve Varufakis’in ihaneti tesadüfi veya öngörülemezdi. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), Syriza’nın ihanet yolunu yüzlerce makale, ülke içinden haberler ve siyasi açıklamalarla ortaya koydu ve Yunan işçi sınıfını bu çürük siyasi tuzağa karşı harekete geçirmek için çaba gösterdi.
25 Ocak 2015’te seçilen Syriza hükümetinin maliye bakanı olarak Varufakis, başından itibaren AB-Avrupa Merkez Bankası-IMF troykasının sadık bir hizmetkarı olarak hareket etti. Şubat ayında, iktidara gelmesinden sadece birkaç hafta sonra, Yunanistan’daki ilk kemer sıkma programını uzatmak için AB ile bir anlaşma imzaladı.
11 Şubat’ta, AB maliye bakanlarıyla yaptığı toplantıdan önce Varufakis, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve (“entelektüel öze sahip bir politikacı” dediği) Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’den övgüyle bahsetti. Daha sonra Avrupa’nın bankacılarına sunduğu kendi önerilerini “standart Thatchercı veya Reagancı” olarak nitelendirdi.
Çipras gibi Varufakis de “Evet” oyunun galip geleceğini bekliyordu. Başına silah dayanan Yunan halkı muazzam ölçekte bir ekonomik şantaja maruz kalmıştı. AB, kemer sıkma protokollerinin reddedilmesi halinde ekonomiyi çökertmekle tehdit ediyordu. Sermaye kaçışı, milyonlarca sıradan insanın maaşlarına ve kişisel birikimlerine erişimini engelliyordu. Syriza, halkı korumak için hiçbir önlem almadı, kamulaştırmayı veya sermaye kaçışını engelleyecek herhangi bir tedbir almayı reddetti, oligarşinin ve Yunanistan’ın zengin yatırımcılarının servetine yönelik her türlü tehdide karşı çıktı.
Syriza’nın referandumunda, Yunan halkına, “Mevcut programın tamamlanması ve daha ileri reformlar” ve “Ön borç sürdürülebilirlik analizi” şeklindeki iki başlıktan oluşan troyka önerisini kabul edip etmedikleri soruldu. Halk öneriyi ezici çoğunlukla reddetti ve bunu tarihi boyutlarda bir ihanet izledi.
“Yanis, seninle konuşmak çok güzel.” Callinicos, SWP oturumunda kendi konuşmasına böyle başladı ve şöyle devam etti:
Bize tarihi bir günü hatırlattın, tam 10 yıl önce gerçekleşen Yunanistan referandumunun tarihi günü. O gün, senin için olduğu gibi benim için de ve dünyadaki birçok sosyalist, işçi sınıfı ve anti-kapitalist aktivist için de, gerçekten harika bir andı; kapitalizmin o zamanlar hakîm olan versiyonuna, neoliberalizme alternatifinin ne olabileceğini gösteren bir andı. Dayanışma, demokrasi ve özgürlüğe dayalı başka bir dünyanın gerçekten mümkün olduğunu gösterdi. Ne yazık ki, Yanis’in bahsettiği nedenlerden dolayı, bu umut çok kısa sürdü.
Callinicos’un, “Yanis”in sunduğu “nedenlere” destek vermesi şaşırtıcı değil. Çipras’ın öngörülemeyen bir ihanette bulunduğu teorisi, 2004’teki kuruluşundan itibaren çürük bir kapitalist seçim ittifakı olan Syriza’ya sosyalist ve devrimci kimlik kazandırma önemli bir rol oynamış olan SWP’nin sorumluluğunu gizliyor.
Ardından yapılan soru-cevap bölümünde, dinleyiciler arasında bulunan bir SWP üyesi Varufakis’e kibarca itiraz etti. “Yanis’i seviyorum” ama “bize bu kadar umut veren” “senin gibi ilkeli bir insan” neden kalıp mücadele etmedi? İstifa etmek yerine “biraz daha kalıp tüm bu adaletsiz bankalara ve teknoloji şirketlerine karşı mücadele edemez miydin?”
Soru, az sayıda alkış aldı ancak ilk cevap hakkı verilen Callinicos, soruyu kabul etmedi, cevaplamayı ise hiç düşünmedi. Varufakis, kendi küstah savunmasını yapmak için güvenli bir alan buldu: “Alternatifin yozlaşmak ve karşı tarafa geçmek olduğu bir durumda hayır demek ve istifa etmek devrimci bir eylemdir,” diye buyurdu.
Varoufakis, iki tür teslimiyet arasında bir seçim sunarak, referandumun sonucuyla doğrudan ortaya çıkan üçüncü bir seçeneği göz ardı etti: Yunan işçi sınıfını AB’nin kemer sıkma önlemlerinin dayatılmasına karşı mücadeleye seferber etmek; bu mücadele tüm Avrupa’da yankı bulurdu.
DEUK Kasım 2015’te, her işçi ve gencin dikkatle incelemesi gereken “Yunanistan’da Syriza’nın İhanetinin Siyasi Dersleri” başlıklı bir açıklama yayımladı. “İşçi sınıfı için muazzam bir stratejik deneyim” olan Yunanistan’daki olayları, Marksist bir değerlendirmeye tabi tutan bu belge, şu anda Britanya’da gelişmekte olan olaylar için kritik bir hazırlık sağlamaktadır.
DEUK, Syriza’nın ihaneti hakkında şöyle yazmıştı:
Halk kitleleri, protesto hareketlerine hakim olmuş ve tüm tarihsel dönem boyunca sol siyaset olarak kabul edilmiş olan partilerin iflasıyla ve ihanetiyle karşı karşıya kalmış durumda. Ernesto Laclau gibi akademisyenlerin post-modern teorilerini izleyen bu örgütler, şimdiki çağın “post-Marksist” olduğunu ilan ettiler. Orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerinde kök salmış olan bu örgütler, işçi sınıfının artık devrimci bir güç olmadığı; onun yerini ulusal, ırksal, cinsel ya da yaşam tarzına ilişkin kimliklerle tanımlanan toplumsal grupların almış olduğu konusunda ısrar ettiler.
Bu partiler, onlarca yıldır, politikalarını, gerçekte olmadıkları biçimde, radikal ya da kapitalizm karşıtı olarak yutturmuşlardı. Onların iktidardaki ilk deneyimi, bu iddiaları, işçi sınıfı zararına toplumun en zengin yüzde 10’luk kesiminin çıkarlarını ilerletmek için tasarlanmış kapitalizm yanlısı politikalara siyasi kılıf sağlayan bir aldatmaca olarak teşhir etmiştir.
Bir başka Syriza’ya hayır!
SWP, 2015 yılında, Syriza’nın utanmaz bir destekçisiydi. Socialist Worker, 31 Ocak’ta, Syriza’nın seçim zaferini birinci sayfada “Yunanistan kemer sıkmayı reddederken, BİZ DE BURADA BAŞARABİLİRİZ” manşetiyle memnuniyle karşıladı ve ikinci sayfada “Syriza’nın zaferi, Yunanistan’a umut getirdi” başlığını attı. SWP, “sokaklarda sevinç”ten bahsederken, Yunanistan’da ANTARSYA (Antikapitalistiki Aristeri Synergasia gia tin Anatropi) içindeki yandaşları ile birlikte, işçiler, gençler ve öğrenciler arasında en militan ve eleştirel kesimleri kapitalist bir hükümetin arkasına topladı.
SWP, Çipras’ın “uzlaşma” baskısı altında olduğunu belirterek, “Şimdi asıl soru, Syriza bankacılara ve alacaklılara karşı direnecek mi?” diye yazdı. İşçi sınıfına biçilen rol ise bir baskı grubu olmaktan ibaretti. SWP, “Syriza’nın sunduğundan daha ileri gidebilecek grevler, kitlesel seferberlikler, işgaller ve aşağıdan demokrasi” çağrısında bulundu. SWP’nin siyasetinin ayırt edici özelliği olan bu kendiliğindenliği teşvik etme, Syriza’nın troykadan tavizler koparmak için izlediği reformist ve emperyalizm yanlısı perspektifin anlaşılmasını engelledi ve işçi sınıfını sonraki gelişmelere hazırlıksız yakaladı.
On yıl sonra, SWP aynı argümanlarla, Corbyn’in liderlik etmesini umdukları yeni bir sol partiyi tanıtmak için harekete geçmiş durumda. Bir önceki oturumda Corbyn ile birlikte konuşan Nielsen, “Bize her şeyleriyle saldırdıklarında, taviz vermeyecek, geri adım atmayacak bir güce ihtiyacımız var. Kitleleri harekete geçirecek bir güce ihtiyacımız var. İşçi sınıfı, Filistin hareketi, ırkçılık karşıtı hareket; biz bu hareketlere kök salacağız. Böylece, bize saldırdıklarında, bu hareketi durdurmak yerine, bizi savunması için bu harekete çağrıda bulunacağız. İhtiyacımız olan parti bu tür bir parti. Dolayısıyla, bir ittifaka, bir ağa, bir şemsiyeye ihtiyacımız var,” demişti.
SWP, Corbyn ve meslektaşlarının önderlik ettiği bir parti veya şemsiye (!) örgütün aşağıdan mücadeleye zorlanabileceğini ısrarla savunuyor. Ama bu parti ne için mücadele edecek?
SWP’nin öngördüğü yeni parti, sosyalist taleplerle bile bağdaşmıyor. Cumartesi günü Corbyn ile birlikte konuşan, SWP ve onun yan kuruluşu Counterfire’ın on yıllardır üyesi olan Michael Lavalette, yeni hareket için sadece üç koşul koydu: 1) “terk edilmiş topluluklara ve işçi sınıfına kök salmalı”; 2) meclis üyeleri ve milletvekilleri “topluluklarımızdaki hareketlerin ve sendikaların sesi” olarak hizmet etmeli ve 3) “Bu yeni partinin hiçbir milletvekili, Birmingham’da olduğu gibi grevleri kırmak için silahlı kuvvetlere çağrıda bulunacak bir durumda olmamalıdır” (!)
Bu, Corbyn’in Bağımsız İttifak üyesi milletvekili Ayoub Khan’ın, Başbakan Yardımcısı Angela Rayner’dan Birmingham çöp grevini kırmak için orduyu seferber etme çağrısında bulunmasına yapılan ince bir göndermeydi.
SWP’nin yeni bir sol partinin mücadele etmesi gereken sosyalist talepleri açıkça belirtmeyi reddetmesi ile Varufakis’le “teknofeodalizm” üzerine dostane bir tartışma yürütmesi arasında doğrudan bir bağlantı var. Varufakis’in kitabında, “kapitalizmin iki dayanağını, yani piyasaları ve kârları yıkmış” bulut tabanlı bir rant sisteminin kapitalizmin yerini aldığı savunuluyor. “Artık ipler bunların elinde değil.” Ücretli emek gücü kullanan geleneksel kapitalistler, yeni bir feodal efendi sınıfının “vasalları” haline gelmiş. “Geri kalanlarımız ise eski köle statüsüne geri döndük.”
İnsanlık, “teknolojik olarak gelişmiş bir feodalizm biçimi” tarafından ele geçirilmiş; “kapitalizmin yerini almasını umduğumuz şey kesinlikle bu değildi.” Marx’ın analiz ettiği geleneksel proletarya, “IT sektörü proleterleri” ve “IT sektörü serfleri” ile yer değiştiriyormuş. Yazar, “Artık bir tarafta sermaye, diğer tarafta emek yok,” diyor ve Marx’ın proletaryanın sosyalizmi yaratacağı teorisinin “hüsnükuruntu” olduğunu söylüyor.
Bunun siyasi sonuçları şöyle açıklanıyor: “Teknofeodalizmi yıkmak ve halkı demokrasiye kavuşturmak için” geleneksel proletaryanın kalıntıları, IT sektörü proleterleri, IT sektörü serfleri ve “en azından bazı vasal kapitalistler”i birleştiren bir “büyük koalisyon” gerek.
Callinicos, Varufakis’in antikomünist nutkuna yanıt olarak, bu “çok ilginç kitap” üzerine “verimli bir tartışma” yapmayı önerdi. Callinicos kapitalizmin yerini feodalizmin aldığı iddiasına katılmadığını ve Marx’ın proletaryayı insanlığın kurtuluşunun evrensel sınıfı olarak tanımladığını belirtti. Onun 15 dakikalık tutarsız sunumundaki ortodoks göndermeler, Varufakis’e söylediği şu son sözlere bağlandı: “Sanırım düşmanlarımız aynı. Keşke sadece onlara piç deme konusunda hemfikir olabilsek.”
DEUK’un 2015 yılında yazdığı şu satırlar, Britanya için de tamamen geçerlidir:
Syriza deneyimi, işçi sınıfının, gençliğin ve sosyalist aydınların köklü bir yeniden yöneliminin gerekliliğine işaret etmektedir. 1930’lardan bu yana görülmedik bir küresel ekonomik krizle ve tüm kapitalist sınıfın azılı saldırısıyla karşı karşıya olan işçi sınıfı, yeni, “sol” kapitalist hükümetleri seçerek kendisini savunamaz.
İleriye giden tek yol, işçi sınıfını Yunanistan’da ve uluslararası ölçekte seferber eden gerçek bir devrimci politikadan geçmektedir. Bu, kapitalist sınıfa yönelik doğrudan bir saldırıyı, onların servetlerinin kamulaştırılmasını; emekçilerin demokratik denetimi altına almak üzere, büyük bankalara ve üretici güçlere el konulmasını ve tüm Avrupa’da ve dünyada işçi devletlerinin kurulmasını gerektirir. Böylesi mücadeleler, Syriza gibi partilere karşı acımasız mücadele içinde işçi sınıfına siyasi önderlik sağlayacak olan Marksist partilerin inşasını gerektirmektedir.
10 Temmuz 2025